Orucun farz kılındığını anlatan 2/el-Bakara, 183. ayetinin sonunda “le’allekum tettekûn” buyuruluyor: “umulur ki ittika edersiniz.” Bu ifade “oruç” ile “takva” arasında bir ilişki bulunduğunu anlatıyor.
Bundan daha tabii birşey olamaz. Aslında bütün ibadetlerin, hatta bütün emir ve yasakların bizi takvaya götürücü özelliği vardır. Sırat-ı müstakim üzere sabit-kadem bulunmak, ilahî emir ve yasaklara titizlikle riayete bağlıdır.
Efendimiz (s.a.v) insanlığın sırat-ı müstakim karşısındaki durumunu şöyle bir misalle açıklamış: Sırat-ı müstakimin (dosdoğru yol) iki yanında duvarlar, o duvarlarda açık kapılar, kapıların üzerinde de örtüler vardır. Yolun başında birisi durmuş şöyle seslenmektedir: “Ey insanlar! Hep birlikte yola girin, sağa-sola sapmayın (başka istikametlere gitmeyin!” Yolun üstünde de biri vardır ve kapılara yaklaşan olduğunda şöyle seslenmektedir: “Yazık sana! Sakın o kapıyı açma! Zira onu açacak olursan oradan girersin!”
Efendimiz (s.a.v) devam ediyor: “O yol İslam’dır. Kapıların üzerindeki perdeler hududullah (Allah Teala’nın çizdiği sınırlar) dır. Açık kapılar Allah’ın meharimi (haram kıldığı şeyler) dir. Yolun başındaki, Allah Azze ve Celle’nin Kitabı’dır. Yolun üstündeki ise Allah Teala’nın her mü’minin kalbinde bulunan vaizi (öğütçüsü) dir.”
İşte oruç, hem yolun üstündeki rehberin çağrısı, hem de her birimizin kalbindeki uyarıcıyı harekete geçiren ilahî uyarıcıdır.
Alimler, oruçta, diğer ibadetlerde bulunmayan birçok özelliğin bulunduğunu vurgulamıştır. Bunların başında, orucun bizi sürekli oto-kontrol (nefis muhasebesi) halinde tutan özelliğidir. Oruç tutan ve oruç tutmanın manası üzerinde az da olsa tefekkür etme imkânı bulmuş olan herkes kendi nefsinden bilir ve tecrübe eder ki, oruçluyken diğer zamanlardaki halimize kıyasla kendimize daha bir çeki-düzen veririz. Diğer ibadetlere karşı içimizde ayrı bir iştiyak bulunur. Namazı ayrı bir neşve içinde kılar, infak ve tasadduk konusunda oruçluyken sergilediğimiz cömertliğe kendimiz de şaşarız.
Bunda orucun sadece açlık, susuzluk ve cinsel arzulara karşı sabırdan ibaret olmayan, dili, gözü kulağı ve diğer azaları da sair zamanlardakine göre daha bir disipline eden etkisi vardır. Bunun için Efendimiz (s.a.v), diline, gözüne ve sair azalarına hakim olamayan oruçluların kârının sabahtan akşama kadar aç durmaktan ibaret olacağı uyarısını yapmıştır.
Orucun uzun ve sıcak yaz günlerine denk gelmesi üzerinde de ayrıca durmak gerekir. Kısa ve merin günlerde oruç tutmakla bu mevsimde oruç tutmak arasında şüphesiz büyük bir fark var. Hz. Ömer’in, oğlu Abdullah’a (Allah ikisinden de razı olsun) öğüt verirken, “es-Savmu fi’s-sayf ve darbu’l-a’dâi bi’s-seyf…” diye başlayan cümleleri meşhurdur ki, “Yaz günlerinde oruç ve düşmanla cihad…” demektir.
Efendimiz (s.a.v)’in, evlenmeye yol bulamayan gençlere orucu tavsiye ettiği vakıası üzerinde de ayrıca durmamız lazım. Orucun nefsi eğiten yönü burada bariz bir şekilde ortaya çıkıyor.
Yalnız bir noktaya dikkat etmek gerekiyor: Oruç tuttuğumuzda birtakım şeyler “otomatiğe bağlanmış” olmuyor. “Oruçluyum, ama nefsî arzularım devam ediyor” ya da “Ramazan’da şeytanların bağlanacağı söyleniyor; ama şeytanlar yine iş başında” deniyor. Oysa oruçluyken nefisle mücadele de, şeytanla mücadele de devam ediyor. Orucun bize sağladığı ise “artı bir direnç”tir. O avantajı iyi kullanarak mücadeleye devam etme iradesi bizi sonunda takvaya ulaştıracaktır. Ayetin vurgusunu bu şekilde anlamak yanlış olmayacaktır.
Milli Gazete – 14 Ağustos 2011