Önemine binaen bu konuya bugün de devam edeceğim.
Daha önce de değişik vesilelerle vurgulamaya çalıştığım gibi “Ehl-i re’y“, “Ehl-i Hadis” gibi nitelemeler, kastedilen kesimlerin homojenitesini anlatmaz. Bir diğer deyişle bu tabirlerin tam olarak neyi ve kimi anlattığı konusunda kesin sınırlar çizmek oldukça zordur. Bir bakış açısına göre “Ehl-i re’y“den sayılan bir alim, bir başka bakış açısına göre pekala “Ehl-i Hadis” arasında telakki edilebilmektedir.
Öyleyse bu tabirleri kullanırken, mutlak ve genel geçer olguları anlatmadıklarını, bunların ancak bir takım “asgari müşterekler”in ifadesi olduğunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamak durumundayız.
Hatta bu göreceli durum, bu ekollerin kendi içindeki farklılıklar için de aynen geçerlidir. Bu noktayı konumuzla ilişkilendirerek söylersek, Ehl-i Hadis tabiriyle anlattığımız çerçeve içine giren herkes, namazın terkinin kişiyi dinden çıkardığını ileri sürmüş değildir.
Ulemanın, “döneminin Hadis alanında tartışmasız imamıydı”, “Sahabe ve Tabiun‘un ihtilaflarını en iyi bilenlerdendi” gibi ifadelerle anlattığı, rivayet ilimlerinde olduğu kadar dirayet ilimlerinde de , otoritesi müsellem olan Muhammed b. Nasr el-Mervezî –ki İmam el-Buhârî vd. ile çağdaştır–, namaz konusunu hem rivayeten hem de dirayeten ayrıntılı bir şekilde işlediği Ta’zîmu Kadri’s-Salât isimli eserinde (II, 517 vd.) özetle şöyle der:
Ehl-i Hadis‘ten bir grup, “iman” ve “İslam” kavramlarının aynı şeyi anlatmadığını söylemiştir. Bunlara göre günahkâr kişi “Mü’min” vasfını taşır, ama “Müslim” değildir. Zira bu kişi, iman sahibidir; ancak amel yönünden kâfirdir. Şu var ki bu, kişiyi imandan çıkarıcı küfür değildir.
Ehl-i Hadis‘in bu kesimine göre imanın bir aslı, bir de fer’i vardır. İmanın aslı “tasdik” ve “ikrar”; fer’i ise kalp ve bedenle ameldir. Tıpkı bunun gibi küfür de iki kısımdır: Birincisi Allah Teala‘yı (ve inanılması zorunlu olan diğer hususları) inkâr, ikincisi ise az yukarıda “imanın fer’i” olarak ifade edilen hususlarla (yani “amel olan iman“la) bağdaşmayan bir fiil işlemektir. Bir kimse inanılması zorunlu olan hususları inkâr etmedikçe “dinden çıkarıcı küfür” işlemiş olmaz. Amellerindeki bir kusur veya işlediği bir günah söz konusu olduğunda bu kişi (“amel olan iman“la bağdaşmayan bir fiil işlediği için) küfür işlemiş olur. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi bu küfür, kişiyi “dinden çıkarıcı küfür” değil, “amelî küfür“dür.
Abdullah b. Abbâs (r.a) ve daha başkalarından, 5/el-Mâide 44. ayetinin tefsiri sadedinde nakledilen “küfrün dûne küfr” (kişiyi dinden çıkarıcı olmayan küfür) sözünün anlattığı da işte budur.
Şu halde böylesi netameli ve ulema arasında bu derece ihtilaflı bir konuda yapılması gereken iki şey var: Namazların vaktinde edası konusunda alabildiğine titiz davranmak ve namazlarına gevşek olanları “dinden çıkarıcı küfür“le ithamda aceleci davranmamak.
(Devam edecek)
Milli Gazete – 11 Ekim 2003