Bir önceki yazıda 3/Âl-i İmrân, 7. ayetinde zikri geçen “muhkem”, “müteşabih” ve “tevil” kavramları üzerinde durmuş ve son olarak, “… dar/hususi anlamdaki müteşabihin veya hem lafız hem mana itibariyle müteşabih olan ayetlerin hakiki anlamına nüfuz etmek mümkün değildir. Bunun dışındaki müteşabihler, muhkemata arz edilmek suretiyle anlaşılabilir ve onların bildirdiği istikamette tevil olunabilir” demiştik.
“Tevil” kelimesinin Kur’an’da geçtiği yerler dikkate alındığında iki farklı anlamla karşılaşırız:
- Bir işin hakikati ve varacağı nokta.
- Tefsir, beyan, yorum, maksadın izahı…
Bu anlamlardan ilki, Allah Teala’dan başkasına ayan değildir. Kur’an’da bu anlamıyla tevilini Allah Teala’dan başkasının bilmediği ayetler vardır. Ağırlıklı görüş, bazı surelerin başındaki “huruf-u mukattaa”nın böyle olduğu şeklindedir.[1]Huruf-u mukattaa konusunda farklı görüş benimseyenlerin, onlardan muradın ne olduğunu “muhkemat” ölçüsünde netleştirmenin mümkün olmadığı noktasında farklı … Continue reading
İkinci anlam ise herkesin kendi durumuna göre derece derece tahakkuk eden çok katmanlı bir yapıyı işaret etmektedir. Herkes Kur’an’dan kendi müktesebatı oranında istifade eder.
Nitekim İbn Abbâs (r.a)’dan şöyle dediği nakledilmiştir: “Tefsir dört türlüdür: Kimsenin anlamamakta mazur sayılmayacağı tefsir, Araplar’ın kendi dilleri olması hasebiyle bildiği/anladığı tefsir, ilimde rüsuh sahibi olanların bilebileceği tefsir ve Allah’tan başkasının bilmediği tefsir.”[2]Bkz. et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân, I, 56; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I, 7.
Burada bizim için ilgi çekici bir nokta var: Abdullah b. Abbâs (r.a), hem 3/Âl-i İmrân 7. ayetinde vakfenin, “Onun tevlini ancak Allah bilir” anlamını verecek şekilde “lafza-i celal” üzerinde olması gerektiğini söyleyenlerdendir; hem de kendisinin, “Kur’an’ın tevilini bilen rasihundan” olduğunu söylemiştir.[3]İbn Kesîr, a.g.e., I, 460.
Bu durum meselenin nasıl aydınlatılacağı noktasında bize önemli bir imkân sunmaktadır. Zira İbn Abbâs (r.a)’ın zımnen şöyle demiş olmaktadır: Kur’an’ın ihtiva ettiği –bir birkaç kategoriden oluşan– müteşabihat içinde, ilimde rüsuh sahibi olanların bilebilecekleri yanında, bilemeyecekleri de vardır. Ki onların tevilini bilemeyeceği ayetler –daha önce de vurguladığım gibi– hususi/dar anlamıyla müteşabih olanlardır.
Toparlayacak olursak, 3/Âl-i İmrân 7. ayetindeki vakfenin nerede olacağı konusundaki ihtilafın semeresi, giderilemeyecek bir çelişki değildir. Burada ilk bakışta “çelişki” gibi görünen noktanın, aslında “muhkem”, “müteşabih” ve “tevil” kavramlarının tafsiline gidilmemesinden kaynaklanan zahiri bir durum olduğu, mesele tafsil edildiğinde problemin de kendiliğinden çözüldüğü –bu kısa açıklamayla– ortaya çıkmış olmaktadır.
Burada bir parantezle günümüze bir pencere açalım: “Tercümanu’l-Kur’ana” İbn Abbâs (r.a)’ın, Kur’an tefsirinin tek düze bir faaliyet olmadığını anlatan yukarıdaki tesbiti hayatî önemdedir. Özellikle günümüzde Kur’an’ın “apaçık bir kitap” olduğu vurgusu eşliğinde, herkesin meal vasıtasıyla murad-ı ilahiye ulaşabileceği propagandasını yapanlar kitlelerin gözünden bu temel gerçeği ısrarla kaçırıyor. Evet, hiç kimse Kur’an’da manasını herkesin anlayabileceği ayetler bulunduğunu inkâr etmiyor. Hatta bunun inkârı küfür olur! Ama bu başka şeydir, Kur’an’ın bütün ayetlerinin, herkes tarafından kolaylıkla anlaşılabilecek şekilde apaçık olduğunu iddia etmek başka şeydir…
Eline tutuşturulan meali okuyup bitirdikten sonra, “Anladım ki, bugüne kadar bize Kur’an, meal, tefsir, itikad ahkâm, din… konusunda ezberletilenler hayli tartışmalı şeylermiş. Ben hakikati şimdi buldum” moduna giren bir kimse, anladığı şeyin gerçekten Allah Teala’nın kelamı ve muradı olup olmadığının muhakemesini yapabilir mi? Yürüdüğü onca yolu geri gidip, sıfırdan başlayarak yeni ve eni-konu meşakkatli bir yolculuğa çıkmayı göze alacak kaç babayiğit çıkar dersiniz?…
Devam edecek.
Milli Gazete – 14 Mart 2010
Kaynakça/Dipnot
↑1 | Huruf-u mukattaa konusunda farklı görüş benimseyenlerin, onlardan muradın ne olduğunu “muhkemat” ölçüsünde netleştirmenin mümkün olmadığı noktasında farklı düşündüğünü söylemek inandırıcı değildir. |
---|---|
↑2 | Bkz. et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân, I, 56; İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I, 7. |
↑3 | İbn Kesîr, a.g.e., I, 460. |