Hz. İsa (a.s)’ın nüzulü ile ilgili rivayetleri tevhin etmek, dolayısıyla hem tevatüre, hem de icmaa dayanan bir iman ilkesini Akide kitaplarından silmek amacına yönelik ilmî (!) çalışmaların hemen tamamında “Hz. İsa’nın ineceği yerin tayininde bile rivayetler arasında tutarsızlık bulunduğu” iddiasının ileri sürüldüğü malum.. İlgili hadislerin metinlerinde Hz. İsa (a.s)’ın ineceği yer konusunda “Beyt-i Makdis“, “Ürdün“, “Dimeşk’in doğusu“, “Efik Dağı” gibi ifadelerin kullanılmış olmasını “tutarsızlık/çelişki” olarak görenler acaba bu nokta üzerinde yeterli araştırmayı yapmış olabilirler mi? Sanmıyorum. Çünkü onlar önce karar veriyorlar; “delil tedariki” ise arkadan geliyor. Bu konu hakkında kalem oynatanların, “Eğer Hz. İsa şu anda yaşıyorsa mekânı neresidir? Ne yer, ne içer? Üşüdüğünde, acıktığında, hastalandığında ne yapar?” türünden sorulara sığınmayı da ihmal etmedikleri görülüyor. Bu tavrın, Hz. İsa (a.s)’ın dünyaya babasız olarak getirildiğini –tabiat kanunlarına aykırı olduğu gerekçesiyle– kabul etmeyen mantıkla aynı kaynaktan beslendiği belli de, yüzyıllar süren bir uykudan, sanki birkaç saat uyumuş gibi kalkanların durumunu kendilerine nasıl izah ederler, işte burası meçhul…
Hz. İsa (a.s)’ın kıyamete yakın nereye ineceği konusunda hadislerde farklı gibi görülen anlatımlar arasında aslında herhangi bir tearuz yoktur. Zira bütün anlatımlar, “Ecnâdu’ş-Şâm” bölgesini işaret etmektedir. Bağlı yerleşim birimleriyle birlikte Dimeşk, Humus, Ürdün, Filistin ve Kınnesrin‘den oluşan “Ecnâdu’ş-Şâm” (Mu’cemu’l-Buldân, I, 103) Hz. İsa (a.s)’ın ineceği bölgedir. İlgili hadislerin her birinde bu bölgenin sınırları içinde bulunan bir –tabir yerindeyse– “nirengi noktası” zikredilmektedir. Burada şunu belirtelim ki, yukarıdaki isimlerin, bu coğrafyada bugün bildiğimiz sınırlar içindeki ülke ve bölgeleri anlattığını düşünmek doğru değildir. Bu isimlerin eski devirlerdeki müsemmasıyla bugünkü arasında önemli farklar vardır. Mesela Yakut el-Hamevî (Mu’cemu’l-Buldân, III, 312), Beyt-i Makdis‘in Şam bölgesi sınırları içinde bir “yerleşim birimi” olduğunu söyler. Ali el-Karî de (Mirkât, IX, 386) Beyt-i Makdis‘in, Ürdün vilayetine dahil olduğunu söyler. Yer darlığı sebebiyle ayrıntısına giremeyeceğim bu noktanın altını böylece çizdikten sonra konuya dönecek olursak;
“Dimeşk’in doğusu” ve “Ürdün” tabirleri, Hz. İsa (a.s)’ın ineceği noktayı çerçeveleyen sınırları anlatmaktadır. Bir benzetme yapmak gerekirse, Hacca giden birisi için “Hicaz‘a gitti” deriz. “Hicaz“, bölgenin ismidir; hacca giden ise bu bölgenin sınırları içinde bulunan Mekke‘ye gitmiştir. Yahut mesela Paris‘e giden birisi için “Fransa‘ya gitti” denmesi de böyledir. Dolayısıyla bu ifadelerin tearuz teşkil ettiğini düşünmek doğru değildir.
“Efik Dağı” ifadesinin geçtiği rivayet hem mevkuf hem de zayıf olmakla birlikte, başka rivayetlerde “Şam dağlarından biri” ifadesinin kullanıldığını dikkate alarak bu isimlendirme üzerinde de duralım: Yukarıda Şam bölgesinin Beyt-i Makdis‘i de içine aldığını söylemiştik. Dolayısıyla burada da bir tearuz yoktur.
Hasılı “Şam“ı bölge, “Ürdün“ü bu bölgeye bağlı bir vilayet, “Beyt-i Makdis“i de bu vilayet sınırları içindeki bir yerleşim birimi olarak anlamamakta ısrar ettiğimiz sürece bu konudaki hadisler arasında tearuz bulunduğu saplantısından kurtulamayız.
(Devam edecek)
Milli Gazete – 2 Ekim 2003