Fıkh‘ın “zaaf noktaları”ndan biri olarak görüldüğü için modern zamanlarda üzerinde sıkça durulan konulardan birisidir “nikâhta denklik” meselesi. Gerekçe, temelde malum şablonun ürettiği yargıya, yani “insan haklarına, eşitlik prensibine aykırılık” söylemine yaslanmakla birlikte, onu ayet ve hadislerle desteklemek de ihmal edilmez.
Derler ki: Burada baskın bir “Arapçılık” etkisi vardır. Arap olmayanın Arab‘a denk olamayacağı, hatta Arap kabileleri içinde Kureyşli olmayanın Kureyşli‘ye denk tutulmaması bu zihniyetin sonucudur. İslam Fıkhı, teşekkül döneminde baskın Arapçılık zihniyetinin etkisi altında bulunduğu için böyle hükümler ihtiva etmesine şaşırmamalıdır. Ancak çağımızda artık dönemini kapatmış bu gibi hükümlerin ayıklanması gerekir…
Burada öncelikle belirtilmesi gerekir ki, ulema arasında ihtilaflı olan (zira denklik konusunda takvayı biricik ölçü kabul edenler de mevcuttur) bu meselenin, biri dinî ve diğeri sosyolojik olmak üzere iki temeli vardır. Dinî temeli, birbirini takviye eden rivayetlerdir ki, burada onları tadad ederek ayrıntıya girmeyeceğim. (Bu konuda tafsilat için bkz. İ’lâu’s-Sünen, XI, 74 vd.)
Burada üzerinde durmak istediğim boyut, sosyolojik boyuttur. Erkeğin, nesebin kaynağı ve ailenin –kim ne derse desin fiilî olarak– yöneticisi konumunda olması sebebiyle, eşinden daha aşağı bir konumda bulunması, sağlam temeller üzerine kurulması gereken evlilik kurumu için önemli bir arıza sebebi olacaktır. (Bu noktada “geleneksel” aile yapısını eleştiren pek çok kimsenin dahi, eşler arasındaki dengede erkeğin konumunu “primus inter pares” (eşitler arasında öncelikli) olarak tanımladığını hatırlayalım.) Üyesi bulunduğu büyük aileyi oluşturan birimlerle (kayın peder, kayın valide ve diğerleri) ilişkilerinden, çocukların muhtaç bulunduğu sağlıklı ortama kadar çekirdek ailenin hal ve gidişini etkileyen/belirleyen pek çok faktör, eşler arası uyum ve dengede sosyal statü, ekonomik seviye, soy-sop… unsurlarının önemini izaha yeterlidir. Her zaman diliminde ve her toplumda görülebilecek –olumlu veya olumsuz anlamdaki– yaygın örnekler herkesin malumudur…
Denklik meselesi bağlamında üzerinde durulması gereken başka hususlar da var: Fıkıh kitaplarının, “ilim” şerefinin diğer bütün denklik kriterlerinin üzerinde olduğunu vurguladığı gerçeğini burada atlamamalıyız. İbn Âbidîn‘in konumuz bakımından son derece önemli bir tesbitini (V, 439) aktarmadan geçmek eksiklik olur:
“Ayet-i kerimenin delaleti ve ulemanın açık beyanları ile ilmin şerefi nesep şerefinden daha kuvvetli olunca, ulemanın burada mutlak bıraktıklarını kayıtlamak gerekir. Binaenaleyh ulemanın söyledikleri, zahir rivayete muhalif değildir. Bir kimsenin, “Ebû Hanîfe, Hasan-ı Basrî ve bunlardan başka Arap olmayan biri, cahil bir Kureyşlinin yahut topuklarına sîdiren (bevl eden) bir Arabın kızına küfü (denk) değildir” demesi nasıl doğru olabilir?”
Hatta ondan önce Ebu’l-Hasan el-Kerhî ve öğrencisi Ebû Bekr el-Cassâs ile daha sonraki kimi Irak fukahasının, nikâhta denkliği nazar-ı itibara almadığını da belirtelim. Şunu da ekleyelim ki, bu sadece zikri geçen Hanefî ulemaya özgü bir tutum değildir. Diğer mezheplerde ve hatta Hadisçi Fukaha arasında da aynı tavırda olanlar mevcuttur.
Dikkatimizi çeken bir diğer husus da şudur: İ’lâu’s-Sünen sahibi Zafer Ahmed et-Tanevî merhum, bu meseleyi işlediği yerde, denklikle ilgili rivayetler üzerinde dururken (“nikâhta denkliğe riayet etmek güzel/yerinde olur” anlamında) ısrarla “istihbab” tabirini kullanır ve rivayetlerde denkliğe riayet bağlamında emir kipiyle gelen ifadelerden kastın vücup olmadığını belirterek denk olmayanların nikâhının caiz olduğunu vurgular.
Şu halde orta yerdeki rivayetlere ve onları destekleyen sosyolojik realiteye rağmen “nikâhta denklik” meselesini, İslam Fıkhı’nda Arapçılık zihniyetiyle belirlenmiş bir mesele olarak görmek kadar, “kestirilip atılmış” bir hüküm olarak takdim etmek de doğru değildir.
Milli Gazete – 17 Şubat 2004