Çünkü İslam’ın sadece ideolojilerin doldurduğu alana hitap etmediğini düşünüyorum. İslam’ın her durum ve şarta hitap eden bir “Din” olduğuna itikat ediyorum.
İdeoloji müntesipleri için yaşanabilir bir dünya, ancak kendi kanaatlerinin kurumsal ve hakim bir pozisyona kavuşması ile mümkündür. Bu olmadığı sürece hayat sadece buna ulaşmak için –bazan her yöntemi tecviz ederek– mücadele edildiği sürece anlamlıdır.
Oysa İslam –bilfarz– dağ başında münferit ve mücerret bir hayat sürmeyi tercih etmiş olanlara da hitap eder; onların da iç dünyasını inşa ve tezyin eder.
Elbette insanın iki dünya saadeti ancak İslam ile kurduğu irtibatın samimiyet ve kuvvetiyle doğru orantılıdır. İnsan onu bir bütün olarak hayata intikal ettirebildiği sürece hem kâmil anlamda sorumluluklarını yerine getirmiş olacak ve hem de onun insanlığa vadettiklerinin “sahiciliğini” idrak edecektir.
Peki ama bunun gerçekleşmesinin önündeki engel küresel boyutta ise Müslüman birey kendine kapanıp “viva la muerte” demekle yetinecek midir? Hayat devam ediyor ve bu imkân dışılık “teklif”i ortadan kaldırmıyor!
Ben bu ahval ve şeraitte hayata gözlerimi kapattığım zaman nelerden sorumlu tutulacağım? Bu sorunun cevabı, niçin herhangi birşey”ci” olmamayı tercih ettiğimin de açıklamasını oluşturuyor.
Öte yandan olaylar arasında kurduğumuz sebep-sonuç ilişkisi de bana öyle geliyor ki ideolojik önkabul ve şartlanmalarla malul. Kur’an, “Kim Allah’tan ittika ederse Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona yeter.” (65/et-Talâk, 2) diyor.
Bireysel problemlerimizin çözümü için bu ayet üzerinde yeterli mesaiyi sarfetmediğimizi düşünüyorum. “Bu bakış açısı İslam’ı bireysel yaşantıya indirgemez mi?” diye soracak olanlara da 24/en-Nûr, 55. ayeti üzerinde tefekkür etmelerini öneririm. Toplumsal, hatta küresel planda barış, güvenlik ve esenliğin elde edilmesi (daha doğrusu “hak edilmesi”) ile “salih amel” arasındaki ilişki, ideolojilerin göremeyeceği bir boyutta meknun bulunuyor. (Bu iki ayet merkezli bir tasavvur denemesi için Çağdaş Dünyada İslamî Duruş‘a (127 vd.) bakılabilir.)
İnandığımız Din’in “bir yönünü” ön plana çıkarmakla yetinip, eksikliklerimizi “o yön”ün ademine bağlamanın ortaya ne türlü olumsuzluklar çıkardığını en iyi bizim bilmemiz gerekiyor. Çünkü bunu fiilen yaşıyoruz.
Yüzü ahirete dönük olarak yaşaması gereken bizler, istikametimizi şaşırdığımız anda kalbimiz de algılarımız da bulanıyor. Mesele bundan ibaret…
22 Ağustos 2002 – Milli Gazete