“Nesh Teorisi”-2

Ebubekir Sifil2007, Ekim 2007, Gazete Yazıları

Bir önceki yazıda Efendimiz (s.a.v)’den sarih bir ifade olmadığı halde Sahabe’nin nesh konusunda ortak bir tavır içinde olduğunu söylemiş ve ilgili nakilleri bugüne bırakmıştım.

Hz. Ali (r.a), halka kıssa nakleden birisine rastladığında, “Nasih ve mensuhu biliyor musun?” diye sormuş, adam “Hayır” deyince, “O zaman hem kendin helak oldun, hem de halkı helak ettin” cevabını vermiştir.[1]Abdürrezzâk, el-Musannef, III, 220.

Aynı anekdot İbn Abbâs (r.a)’dan da nakledilmiştir.[2]et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, X, 259.

Yine İbn Abbâs (r.a), “Kime hikmet (r.a) verilmişse ona çok hayır verilmiştir” mealindeki 2/el-Bakara, 269. ayetinin tefsiri sadedinde, ayette geçen “hikmet”in, nasih-mensuhuyla, muhkem-müteşabihiyle… Kur’an bilgisi olduğunu söylemiştir.[3]et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân, mezkûr ayetin tefsiri.

Huzeyfe (r.a) şöyle demiştir: “İnsanlara ancak şu üç kişiden biri fetva verir: Yönetici, nasih-mensuhu bilen veya ahmak olan.”[4]ed-Dârimî, “Mukaddime”, 21; Abdürrezzâk, XI, 231.

Hz. Ömer (r.a), “Ali yargı işini en iyi bilenimiz, Übeyy de Kur’an’ı en iyi okuyanımızdır. Şu kadar ki biz, Übeyy’in birçok görüşünü terk ediyor, almıyoruz. Zira o, “Resulullah (s.a.v)’den duyduğum hiçbir şeyi bırakmam” diyor. Oysa Allah Teala, “Biz bir ayeti nesh eder veya unutturursak…”[5]2/el-Bakara, 106. buyurmuştur.”[6]el-Buhârî, “Tefsîr”, 10; Ahmed b. Hanbel, V, 113. (Yani Kur’an ayetleri içinde nasih olanlar vardır, mensuh olanlar vardır. Dolayısıyla Resulullah (s.a.v)’in tebliğ ettiği ayetler içinde metni ya da hükmü yahut hem metni hem de hükmü nesh edilmiş olanlar vardır.)

Örnekleri daha fazlar artırmak mümkün ve bu, Tabiun nesline ve daha aşağıya doğru inildikçe artarak devam etmektedir.

Acaba Sahabe nesh hakkındaki bu yaklaşımı kendiliğinden mi “keşf” ya da “teorize” edip ortaya atmıştır? Eğer böyleyse Sahabe arasında bu meselede aykırı bir görüş bulamayışımızı nasıl izah edebiliriz?

Yukarıdaki nakiller, Ehl-i Sünnet’in temel Usul ilkelerinin ve bunun izdüşümünde “Din telakkisi”nin, vakıanın tesirinde (tarihsel olarak) ya da masa başı mesaisiyle (teorik olarak) ortaya çıkmadığını açık bir şekilde yansıtmaktadır. Bahse konu kabuller, Efendimiz s.a.v) ile Sahabe arasındaki ontolojik ilişkinin tevarüsünden başka bir anlama gelmemektedir.

Aksi halde Sahabe’den başlayarak bütün Ümmet’i, herhangi bir delile dayanmadan pek çok Kur’an ayetini ve Sünnet’i hükümden düşürmekle, devre dışı bırakmakla… itham etmek gerekecektir ki, bunun “heva ile hükmetmek”ten hiçbir farkı yoktur!!

Eğer bu Ümmeti böyle bir cürümle itham ve zan altına sokmak makul ise, Din adına bize intikal etmiş olan hiçbir şeyden –Kur’an dahil– emin olamayız!! Kur’an da Sünnet de çoktan dünyayı terk etmiş demektir!!

Böyle bir şey tasavvur olunamayacağına göre söylenmesi gereken şudur: “Nesh teorisi” diye bir şey yoktur; “nesh vakıası” diye bir şey vardır. Sahabe’den bize kadar intikal etmiş menkulatın Efendimiz (s.a.v) ile irtibatı dolayısıyla Ehl-i Sünnet, Sahabe’ye farklı bir epistemolojik mevki tanımıştır.

Milli Gazete – 8 Ekim 2007

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 Abdürrezzâk, el-Musannef, III, 220.
2 et-Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, X, 259.
3 et-Taberî, Câmi’u’l-Beyân, mezkûr ayetin tefsiri.
4 ed-Dârimî, “Mukaddime”, 21; Abdürrezzâk, XI, 231.
5 2/el-Bakara, 106.
6 el-Buhârî, “Tefsîr”, 10; Ahmed b. Hanbel, V, 113.