Ne Yapmalı?

Ebubekir Sifil2010, Gazete Yazıları, Mayıs 2010

Bilhassa son iki yıl içinde –yaz sezonunu dışarıda tutarsak– hemen bütün hafta sonlarını yurt içi veya yurt dışı programlarıyla geçirdim. Zaman zaman bu köşeye bu seyahatlerle ilgili intibalarımı yansıtıyorum.

Gittiğim her yerde aynı hava hakim: Hızlı bir çözülme var. Bunu herkes görüyor. Kasdettiğim “ahlakî” çözülme değil tabii. Müslüman kimliğinde görülen “çözülme”yi, özellikle yeni nesillerin öz kimlik unsurlarımızda yaşadığı yabancılaşmayı kastediyorum. İnançlarına, tarihine, kültür ve medeniyetine bu denli mesafeli duruş sizce neyin ifadesidir?

Kendi kanaatimi söyleyeyim: Bu bir “intihar”dır. Kendileri bile doğru-dürüst bir İslamî eğitimden geçmemiş birtakım yarı aydınların yazdıkları ve söyledikleri, yeni nesiller üzerinde “dünya yeniden kuruluyor” tarzında bir tesir uyandırıyor. Bu rüzgârın etkisiyle sadece “dünya”nın değil, aynı zamanda ve daha önemli olarak “dinin” de yeniden tarif edilebileceği/edildiği düşünülüyor.

Bunun nasıl mümkün olduğu kadar, bu ülkeyi nereye götüreceği sorusu da önemlidir. “Bu ülkenin en önemli gündemi nedir?” sorusunun bence doğru cevabı, “İslamî sahada yaşanan dönüşüm”dür.

Tam bu noktada, “Bu dönüşümün bize ne zararı var?” sorusunun bazı zihinlere takıldığını görür gibiyim. Hemen belirteyim ki, bu yanlış bir sorudur. Çünkü biz bu dine, “bize bir fayda sağlasın” diye intisap etmiş, bağlanmış değiliz. O bize madde planında zarar veriyor görünse de onunla ilişkimiz “bağlanma” tarzında devam eder.

O halde doğru soru şu olmalıdır: “Dinî şuurumuzda yaşanan bu çözülme bizim ahiretimize nasıl tesir eder?”

Evet, soruyu böyle sorduğumuzda işin mahiyeti tamamen değişecektir.

Ancak burada meselenin bu yönünü şimdilik bir kenara bırakacağım. Zira bu yazıda bu hayatî problemi bütün boyutlarıyla irdeleme imkânımız yok.

Burada gündeme getirmek istediğim husus, bu yanlış gidişin önüne nasıl geçilebileceğidir. İslamî bilinç alanında yaşadığımız çözülmenin en büyük sebebi, İslamî ilimlerin kâfi ve şâfi bir tarzda öğretilemiyor oluşudur. Yeni nesiller “geleneksel” tabiriyle kategorize edilen İslamî ilimler hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan kanaat sahibi ediliyor ve arıza burada başlıyor.

İslam dünyasında öe ülkemizde bu alanda yaşanan çözülmenin boyutları ve derinliği dikkate alındığında, gerçek anlamda bir “tecdid”e ihtiyaç bulunduğu açıktır. Zira tarih içinde “müceddid” olarak anılan insanların ve kadroların yaşadığı dönemlere/ortamlara ve yaptığı işlere baktığımızda tam da böyle kriz dönemlerinde geldiklerini görürüz.

İçinden geçmekte olduğumuz süreç, tam da kapsamlı bir “tecdid” faaliyetine ihtiyaç duyduğumuz bir dönemi işaret ediyor. Ne var ki o tecdidi yapacak ehil insanların ve kadroların eksikliği ürküntü verici bir hakikat olarak karşımızda duruyor.

Şüphesiz adına “tecdid” diyebileceğimi faaliyeti yapacak kişi ve kadroların münferit özellikleri, yetenek, birikim, cehd, azim ve kapasiteleri burada son derece önemlidir. Ancak en az bunlar kadar önemli bir diğer husus daha var: Onları yetiştirecek kurumların ve müfredatın varlığı.

Daru’l-Hikme’nin sitesini (www.darulhikme.org.tr) izleyenler Hakan Talha Alp hocanın “Günümüzde İslamî İlimler Eğitimi Müfredatı” başlıklı üç nefis yazısına muttali olmuştur. Konuyla ilgilenip de o yazıları görmemiş olanlar varsa mutlaka bu eksiği bir an önce tamamlamalıdırlar.

Osmanlı’nın son dönemlerinde (II. Meşrutiyet döneminde) Cem’iyyet-i İlmiyye’nin yayın organı olan Beyânu’l-Hak dergisinde Osmanlı medreselerinde takip edilecek müfredatın neşredildiğini biliyoruz.[1]Beyânu’l-Hak sayı: 65, 1321 h/1326 r O programla (ki resmî bir müfredat olduğunu hatırlatalım) Hakan hocanın müfredatı arasında (müzakere ve tartışmaya açık olmakla birlikte) yapılacak bir karşılaştırma ilgilileri fikir sahibi kılacaktır.

Şuna inanıyoruz: İslamî ilimler sahasında çalışacak kadroların, günümüz şart ve ihtiyaçları dikkate alınarak hazırlanmış böyle bir eğitim programından geçmesi hayatî önem arz etmektedir. Aksi, itikadî ve fikrî savruluşların devam etmesi demektir…

Milli Gazete – 3 Mayıs 2010

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 Beyânu’l-Hak sayı: 65, 1321 h/1326 r