Muhammed Avvâme hocanın Daru’l-Hikme konferansı üzerine ilk haber dünyabizim.com’da –ve oradan naklen darulhikme.org’da yayımlandı. Şüphesiz bu, Avvâme konferansının haber formatında özetlenmiş hali. Yakında tüm içeriği Daru’l-Hikme’nin sitesinde izleyebileceksiniz.
Konferansta Avvâme hoca son derece önemli noktaların altını çizdi. Sadece Sünnet’in değil, aynı zamanda Sahabe’nin Din’deki merkezî konumu ile “Muhammedî Küreselleşme” (tabir Avvâme hocaya ait) arasında nasıl bir bağlantı olduğu, ancak konferansın tamamına vakıf olunduğunda anlaşılabilir.
Daha başka önemli vurgular da vardı konferansta. Ancak burada onları sıralamayacağım. Benim burada ele almayı tercih edeceğim husus, Usul-i Fıkıh formasyonu olmadan Kur’an ve Sünnet nasslarından hüküm çıkarmaya kalkılması meselesi olacak.
Avvâme hoca, özellikle ilim tahsiline yeni başlayanlara birkaç kitaptan uzak durmalarını tavsiye etti. eş-Şevkânî’nin Neylu’l-Evtâr’ı ile es-San’ânî’nin Sübülü’s-Selâm’ını bunlar arasında zikretti.
Bundan birkaç sene evvel Dâru’l-Hikme’yi ziyaret ettiğinde Nuruddîn Itr hoca da benzer şeyler söylemişti. Yüksek öğreniminin ilk yıllarında bu tarz eserlere merak saldığını, ancak okudukça kendisindeki Fıkıh melekesinin kaybolmaya başladığını hissettiğini belirtmişti.
İlk bakışta çelişkili gibi görünür bu mesele. Kur’an ve Sünnet nasslarından nasıl hüküm çıkarılacağı noktasında bu gibi eserler aslında yol gösterici olmalı değil midir? Önce ele alınan konuyla ilgili ayet ve hadisler zikredilir, arkasından konuya delaletleri üzerinde durulur. Hele bir de rivayetler sahih hadis kaynaklarından aktarıldı mı, “Sünnet Fıkhı” ortaya konulmuş olur! Bunun neresi zararlı olabilir ki?
Henüz buharı tütmekte olan Sana Din’den Sorarlar’da bu meseleye taalluk eden yazılar mevcut. Onlardan birinde de naklettiğim gibi İmam Mâlik’in talebesi İbn Vehb şöyle demiştir: “Mâlik b. Enes ve el-Leys b. Sa’d olmasaydı helak olmuştum. (Kendisine bunun sebebi sorulduğunda şu cevabı vermiştir:) Zannederdim ki Hz. Peygamber (s.a.v)’den gelen her hadis ile amel edilir. Elde ettiğim hadisler çoğalınca (birbirine muarız olan hadisler) beni şaşkınlığa sevk etti. Nihayet hangisiyle amel edeceğimi bilemediğim hadisleri Mâlik ve el-Leys’e arz etmeye başladım. Onlar, “Bunu al, şunu bırak” diyorlardı.”
Keza Ebû Nu’aym el-Fadl b. Dükeyn şöyle demiştir: “(İmam Ebû Hanîfe’nin talebesi) Züfer’e giderdim. Bana, “Gel de (Hadisçiler’den) dinlediğin hadisleri senin için ayıklayayım” derdi. Ona hadisleri arz ederdim. “Bu nâsihtir, şu mensuhtur; bu hadisle amel edilir, şu hadis terk edilir” derdi.”
Fıkıh melekesi olmadan böyle bir ayıklama işlemi yapılamayacağı ortadadır. (Buradaki “ayıklama” kelimesi ile günümüzde bir proje olarak ortaya konulmaya çalışılan “hadisleri budama” işini birbirine karıştırmamak gerekir. Zira buradaki “ayıklama”dan maksat, birbiriyle tearuz halindeki rivayetlerden hangisiyle amel edileceğini Usul-i Fıkıh ilkeleri doğrultusunda belirleyen tercih faaliyetidir.)
Kısmet olursa bugün geldiğim Hollanda’da “Müteşabih Hadisler ve İtikad” mevzusunu konuşacağız. Bu meselede de aynı noktadan kaynaklanan sıkıntılar bulunduğu malum.
Usul-i Fıkıh ilmi “ahkâm hadisleri”nden nasıl hüküm çıkarılacağını bilmenin yolu ise, Kelam ilmi de itikada taalluk eden nassların nasıl anlaşılacağını bilmenin yoludur. Bu iki ilmin, nassları “anlama”da sağlayacağı formasyondan mahrum bulunanlar sonuçta “nassla amel” görüntüsü altında nassları kendi anlayışları doğrultusunda tevil etmekten başka bir şey yapmış olmuyor. Ancak formasyon eksikliği, bunun da farkına varmalarını engelliyor!!
Milli Gazete – 24 Ekim 2009