Şarkiyatçı rasyonalizmine elsiz ayaksız teslim olan İslam Modernistleri‘nin, “dinin rasyonelleştirilmesi” projesi zımnında tavırlarını Mu’tezile‘den refere etmeye pek bayıldıkları bilinen bir husus. Sanırsınız ki Mu’tezile ayağını kaldırmış, onlar basmş!..
Elbette bu arada Ehl-i Sünnet‘in –özellikle de Eş’arîler‘in–, aynı tavrın “lazım-ı gayri mufarıkı” olarak “boy hedefi” seçilmesi de ihmal edilmeyen bir diğer retorik olarak dikkat çekiyor.
Acaba İslam Modernistleri, Mu’tezile ve Ehl-i Sünnet‘i ne kadar doğru okuyor?
Söz gelimi ünlü şarkiyatçı M. Watt‘ın değerlendirmesinden yola çıkarak “halku’l-Kur’an” (Kur’an’ın mahluk olup olmadığı) meselesinde şöyle bir okumada bulunamaz mıyız: Kur’an’ın “mahluk” olduğunu düşünürsek, yaratılmış olan Kur’an’ın, “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olan halifelerin kararlarına itirazda dayanak olarak kullanılması pek mümkün olamayacaktır. Zira eğer –Modernistler‘in iddia ettiği gibi Kur’an’ın mahluk olduğu görüşü, aynı zamanda onun “tarihsel” olduğu anlamına geliyorsa–, onun geçmişte kalan otoritesi, “Allah’ın yeryüzündeki gölgesi” olan halifenin otoritesi karşısında hiçbir zaman geçerli olmayacaktır. Böylece Kur’an’ın yaratılmış olduğu görüşü, pratikte halife ve idarecilerin gücünü artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Oysa Ehl-i Sünnet‘in, “Kur’an’ın mahluk olmadığı” görüşü halife ve idareciler tarafından kabul gördüğü takdirde, her türlü idari ve siyasi tasarruf, sürekli ve kaçınılmaz olarak bu “ezeli” ve değiştirilemez Kelam’ın onayına sunulmak durumunda olacaktır.
Öte yandan Ehl-i Sünnet‘in, Allah’ın kudret ve takdirine yaptığı vurguyu, idarecilerin zulmünü meşrulaştırma aracı olarak takdim eden aynı anlayış, Mu’tezile mezhebini benimseyen Abbasi halifesi el-Me’mun döneminde başlayıp –el-Mütevekkil dönemine kadar– yaklaşık 16 yıl süren bir baskı ve işkence sürecinin yaşanmasında Mu’tezile‘nin payını nedense hep görmezden gelmiştir.
Bu süreçte yaşanan zulmün hangi boyutlara ulaştığını göstermek bakımından şu örnek son derece çarpıcıdır: Başta et-Taberî olmak üzere pek çok tarihçinin aktardığına göre, halku’l-Kur’an fitnesini bayraklaştıran Abbasi halifesi el-Vâsık döneminde Bizans ile esir mübadelesi konusunda bir anlaşma yapılmıştır. el-Vâsık‘ın özel emriyle Bizans‘ın elinde bulunan esirlerin Müslüman olup olmadıkları, “Kur’an mahluk mudur, değil midir?” sorusuna verilen cevapla belirlenmiş ve bu soruya olumsuz cevap verenler –tabii ki Müslüman olmadıklarına karar verildiği için– Bizans‘ın elinde bırakılmıştır.
Teorik kurgu ve yorumları bir tarafa bırakarak meseleyi bu tarz bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde, diktatör halife ve yöneticilerin, keyfi uygulamalarına Ehl-i Sünnet‘ten mi, yoksa Mu’tezile‘den mi pratik destek bulacağı konusunu yeniden düşünmek için yeterince gerekçe bulunduğu ortada. Baskı ve dayatmaların desteklenmesi konusunda pek çok İslam modernistinin, selefleri olan Mu’tezile‘yi aratmadığını söylemek için ise uzaklara gitmeye gerek yok…
Milli Gazete – 12 Haziran 2003