Müslümanlık Neyle Artar?

Ebubekir Sifil2006, Gazete Yazıları, Mayıs 2006

Amerikalıkadın imamAmina Wadud Tempo dergisinin davetlisi olarak Türkiye’de. Derginin spotlarına bakılırsa “kadın imam”, “Örtü kimseyi daha Müslüman yapmaz” demiş…

Basit göründüğüne bakmayın; hayli girift bir bilmece bu! Dinî hassasiyetlerle ilişkisi sadece “kaşıma” seviyesinde cereyan eden bir yayın organı, kutsal özgürlükler” çerçevesinde bir “İslam devrimcisi“ni ülkemize davet ediyor. O da saf değil ya, elbette gelecek, konuşacak, mesajını verecek, “temas noktaları” tesis edecek (şimdiye kadar edilmediyse tabii!) ve belki de hazırda bekleyen “kutsal bağlılar topluluğu” ile geleceğe dönük yapılanmaların temelini atıp gidecek.

Bu başlığı hiç görmeseydiniz ve ben bir önceki paragrafı yine yazsaydım, kimler rahatsız olurdu dersiniz? Davet eden bir “dinci” yayın organı, davet edilen de Ortadoğu‘dan gelen bir bayan olsaydı ve yine ayrı tarzda başını örtmüş bulunsaydı?? Yayın organı “devrim” demeseydi de olurdu. Onu birileri zaten söyleyecekti nasıl olsa!..

Yer yerinden oynar mıydı, oynamaz mıydı? “Kimin hesabına çalışıyor bunlar?”, “Şeriat özlemleri hortladı.”, Türbanlılar İran’a!”…

İşbu özgürlükler sadece hafif “ılınmış” bir İslam‘ı dillendirenleri mi takdis eder? Sahi sayın Demirel Amina Wadud‘u da Suudi Arabistan‘a yollamayı düşünür mü, yoksa protokol sırasında kutsal şapkasına ayrılan koltukta “devrimci” hanımefendiyi dinlemenin tarifsiz keyfini mi çıkarır?..

İşin mizah kısmı bir yana, örtünün insanı daha fazla Müslüman yapıp yapmayacağına kim karar verecektir?

Bırakın Eş’arîler’i, Mâturîdîler indinde bile Allah Teala‘nın fiilleri (hükümleri) mutlak anlamda belli (spesifik) bir gayeye yönelik olmakla ta’lil edilemez iken, hangi İslamî emrin hangi sonucun tahakkuku için vaz kılındığı sadece Modernistler‘e mi malum olmaktadır?

Bu soruya onlar adına ben “Evet” diyebilirim. Zira biliyorum ki onlar örtü emrinin “tarihsel” olduğunu, hatta sadece örtünün değil, Müslümanlığın dahi –tarihe ait her olgu gibi– tarihsellikten azade olamayacağını söylüyor.

Buradan varacağımız sonuç –kestirmeden söyleyelim– şudur: İslam‘ın bugünün dünyasıyla, “uyum sağlamak”tan, “problem çıkarmamak”tan, “uslu durmak”ta başka bir ilişkisi olamaz!

Yoksa Ümmet-i Muhammed‘in başında binbir küresel belanın dolaştığı şu hengâmda ve “başörtüsü meselesi“nin hassasiyetini hala koruduğu şu vasatta, “Başını örtmek kimseyi daha fazla müslüman yapmaz” cümlesine nasıl bir misyon yüklenmiş olabilir?

Evet, başörtüsü Allah Teala‘nın bir emrini yerine getirme hassasiyetinin sonucu olarak örtülüyorsa, insanın Müslümanlığına da, takvasına ve hatta imanına da kuvvet katar. Bu, imanın dil ile ikrar, kalp ile tasdik, azalarla amel olduğunu söyleyenlere göre böyle olduğu gibi, “azalarla amel”i dışarıda bırakanlara göre de böyledir. Zira bu bağlamda muhkem nesslerle sabit bir ilahî emre imtisaldir söz konusu olan.

Ben bunun böyle olduğunu, sırf “ilahî bir emir” olmasına dayandırıyor ve ilahî emirleri yerine getiren insanların tarifsiz bir huzur, sekinet ve itmi’nan duyduğunu biliyorum. Dinin emirlerine “teslim olmak” yerine onları “sorgulama”yı, zamana ve zemine adapte etmeyi “müslümanlık” sananların ulaşabileceği en son nokta teslimiyetin semeresi olan kalbî sekinet ve itmi’nan değil, belki nefs-i emmareye kölelik ve dünyaya zebunluktur.

Modern İslam tanımının içinde “nefis” var mıdır sahi?

Milli Gazete – 6 Mayıs 2006