Okuyucu sorusunun son kısmı şöyleydi:
“Prof. Dr. Hayreddin Karaman, bazı durumlarda abdestsiz namaz kılınabileceğine fetva verdi. Bu konudaki görüşünüz nedir?”
Abdestsiz namaz meselesi, abdest alma ve teyemmüm yapma imkânı bulunmayan abdestsiz (veya cünüp) kimsenin namaz vakti girdiğinde ne yapacağı sorusuyla ilgilidir. Bu durumdaki kimse namazı abdestsiz mi kılacaktır, yoksa erteleyecek midir?
Karaman hocanın konu hakkında söyledikleri şöyle:
“… Şu halde abdestin yanında teyemmüm yapma imkanı da bulunmadığında namaz yine kılınacak ve iade veya kaza da edilemeyecektir. Ahmed b. Hanbel, Müzenî ve Sehnûn işte bu ictihadı ileri sürmüşlerdir. Bundan başka şu ictihadlar da vardır:
“b) Bu durumda namaz farz olmaz.
“c) Namazı bu durumda abdestsiz kılmazlar, ama sonradan kaza ederler (Ebû Hanîfe, Sevrî ve Evzâ’î’nin ictihadları böyledir.)
“d) Namazı kılarlar, ama sonra imkan bulunduğunda abdest alıp yeniden kılarlar (iâde).
“e) Bu durumda namazı (abdestsiz) kılmak müstehab, yeniden kılmak ise farzdır.
“Bu farklı ictihadlar içinde benim tercih ettiğim, “Namazın -abdest ve teyemmüm imkanı bulunmadığında- abdestsiz ve teyemmümsüz de olsa kılınması, her hal ve kârda geçirilmemesi, kazaya bırakılmamasıdır.
“Son umre yolculuğumuzda uçakta iken namaz vakti girmiş ve son dakikalarına ulaşılmıştı. Bazı erkek ve kadınların abdestleri yoktu, abdest alma ve teyemmüm etme imkanları da mevcut değildi. Gündüz namazlarının (mesela ikindinin) gece namazları ile (mesela akşam namazım ile) birleştirilerek sonradan kılınması da genel olarak kabul edilmiş cem kuralına uymuyordu. Bana durumu soranlara, bu hadisi ve ictihadı hatırlattım.”[1]http://www.hayrettinkaraman.net/makale/0267.htm
Karaman hocanın konu hakkında bulabildiğim ifadeleri böyle.
Dört mezhebin fukahasının bu konudaki hükmüne gelince, özetle şöyledir:
- Hanefîler: Hanefî mezhebinin müfta bih görüşü İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed eş-Şeybânî’nin kavlidir. Buna göre bu durumdaki kimse namazı “şeklî olarak” kılar; yani niyet etmeksizin namaza durur gibi yapar, kıraat etmez, namaz kıldığı yer elveriyorsa rükû ve secde yapar. Aslında bu, namaz değildir. Ancak vakti girmiş/geçmekte olan bir namaz söz konusudur ve kişi, bu durumda namaza kayıtsız olmadığını, şeklen de olsa kılarak namaz konusunda hassasiyet sahibi olduğunu ortaya koymuş olmaktadır. Abdest almaya veya teyemmüm yapmaya imkân bulduğu zaman ise kişi o namazı iade eder.
- Mâlikîler: Bu durumdaki kimseden namaz borcu düşer. Onun durumu, hüküm bakımından hayızlı kadının durumu gibidir. Bu durumdaki kimse o namazı eda etmekle mükellef olmadığı gibi, bilahare kaza etmekle de mükellef değildir. Zira kaza, ancak kişinin edasıyla mükellef olduğu yükümlülükler için söz konusudur. Abdest alma veya teyemmüm yapma imkânı bulamayan kimseden, bu durumunun devam ettiği süre içindeki namazlar sakıt olduğu için, o kimse bunların kazasıyla da mükellef değildir.
- Şâfiîler: Bu durumdaki kimse niyet ve kıraat ile vaktini idrak ettiği namaz(lar)ın farzını kılar. Sünnet ve/veya nafile kılmaz. Abdast alma veya teyemmüm yapma imkânı bulduğu zaman da o namaz(lar)ı iade eder.
- Hanbelîler: Bu durumdaki kimse namaz(lar)ın farzını kılar. Namaz kılarken asgari sınırlarla yetinir. Yani kıraat esnasında sadece Fatiha okur. Rükû, sücud, ka’deyi tuma’ninetin asgari şartı yerine gelecek kadar yapar. Şartı yerine getirmeye engel olan bir acziyet durumu, meşrutun terkini gerektirmez. Bu durumdaki kimse, abdest alma veya teyemmüm yapma imkânı bulduğu zaman o namaz(lar)ı iade etmez. Zira insan, yapabildiği kadarından sorumludur.[2]ez-Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuh I, 451 vd.
Bu kısa izahtan da anlaşılacağı gibi, Karaman hoca, bu ictihadlar arasından Hanbelî mezhebine ait olanı tercih etmiştir. Her ne kadar Hanbelî mezhebinin, bu durumda nasıl namaz kılınacağına ilişkin –bir kısmını yukarıda zikrettiğim– önemli detaylar ihtiva eden ictihadı Karaman hocanın fetvasında yer almıyor ise de, fetvanın ana hatlarıyla Hanbelî mezhebinin ictihadına dayandırıldığı anlaşılmaktadır.
Dolayısıyla Karaman hocanın söz konusu fetvası hakkında dört mezhepten birisine uygunluk açısından söylenecek bir şey yoktur.
Milli Gazete – 14 Haziran 2009