Hz. Ömer (r.a) bir gün mescitte halka namaz kıldırdıktan sonra gusül abdesti alması gerektiğini hatırlamıştı. Arkasındakilere dönüp, “Gusül abdesti almamı gerektiren halde olduğumu unutmuşum. Yerinizden ayrılmayın; şimdi dönerim” dedi ve bir süre sonra geri gelip namazı yeniden kıldırdı. Giderken de “Rabbimin huzurunda mahcup olacağıma, insanlar nezdinde mahcup duruma düşmeyi yeğlerim” diyordu. (İmam es-Serahsî, el-Mebsût, XVI, 62)
Ben yazdıkça soruların ardı arkası gelmiyor: İbn Teymiyye hakkında ne düşünmeliyiz? Seyyid Kutup bid’at ehli midir? Muhyiddîn İbn Arabî hakkında ne dersiniz?…
Öylesine “dışa dönük” yaşıyoruz ki, bireysel sorumluluklarımız konusunda karnemizin ne ahvalde olduğuna dönüp bakmak aklımıza bile gelmiyor. Böyle bir “bilme arzusu“nun şeytanî mi, Rahmanî mi olduğu sorusuna bilmem kaçımızın verecek “net” bir cevabı var?!
Belki yazmıştım, tekrarı faydadan hali değil: Birkaç yıl önce bir kitapçıda tanıştığım bir genç arkadaş ısrarla beni evine davet etmişti. Israrının sebebi, birkaç arkadaşıyla birlikte yürütmekte oldukları Tefsir dersi konusunda yaşadıkları bir sıkıntı idi. 2,5 yıl önce kendilerine 5 yıllık bir süre tayin etmişler ve yolun tam ortasında anlaşmazlığa düşmüşlerdi.
Çoğunluğu Üniversite öğrencisi idi ve telif-tercüme birkaç tefsir belirleyip okumaya başlamışlardı. Bir süre sonra dersi yürüten arkadaşlarından Mu’tezile‘nin çizgisini andıran görüşler sudur etmeye başlamıştı.
Bir akşam bu davete icabet ettim. Gittiğimiz evde 15-20 kadar genç vardı. Duruma vakıf olduktan sonra niçin Tefsir dersi yapmaya karar verdiklerini sordum. “Tabii ki Allah’ın Kitabı’nı öğrenmek için” dediler. Allah’ın Kitabı’nı niçin öğrenmek istediklerini sordum. “Allah’ın dinini tebliğ etmek için” dediler. “Peki size kim böyle bir görev verdi?” dedim. Ortalık birden buz kesti. Kendilerine şu anlamda bir şeyler söyledim:
Yanlışlığı tam da burada yapıyoruz. Görev ve sorumluluklarımız arasında bir hiyerarşi gözetmeden yola çıkıyor ve çıktığımız yolun yarısında kala kalıyoruz. Bu durum sadece size özgü değil. Ben bugüne kadar bu tarz derslerin bitirildiğine ve katılanları başladıkları noktanın ötesine taşıdığına tanık olmadım. Bizim, Müslüman bireyler olarak ilk ve en büyük sorumluluğumuz, iman, amel ve ahlakta kemal için gayret göstermektir. Bize bunu sağlayacak olan ne ise öncelikle ona yönelmemiz gerekir. Bana sorarsanız bu dersi burada kesin ve her biriniz, Ömer Nasuhi merhumun İlmihal‘ini alarak içindekileri sindire sindire bir güzel okuyun; yaşantınızı ona göre ayarlayın…
Geçenlerde o mecliste bulunanlardan biriyle karşılaştım. Tefsir dersinin encamını sorduğumda, “Yürümedi; bıraktık” dedi. Yürümezdi de…
Başkalarını, hele göçüp gitmiş olanları Rabbleriyle baş başa bırakıp, hiç olmazsa şu Üçaylar‘da bir “iç muhasebe”ye yönelsek?! Mesela namazlarımızı noksansız ve ta’dil-i erkâna riayetle kılıp kılmadığımızı kontrol etsek; insanî ilişkilerimizi ve ahlakî yapımızı kontrolden geçirsek? Hz. Peygamber (s.a.v) bugün aramızda olsaydı, gidişatımızın ne kadarını onaylardı, buna baksak?..
Milli Gazete – 11 Eylül 2003