Dünyabülteni.net’te yer alan bir habere göre Afganistan İslam Konseyi, ülkede “yardım kuruşlu” adı altında faaliyet gösteren misyoner örgütlere dikkat çekmiş ve Karzaî’den bu örgütlerin faaliyetlerini durdurmasın istemiş. Bu durumun devam etmesinin ülke için ciddi bir tehlike oluşturacağına vurgu yapmış.
İslamî tebliğ ile misyonerlik faaliyetleri arasında bir fark bulunmadığını söyleyen çokbilmiş müslümanlara misyonerliğin uyguladığı yöntemlerin ahlakî zeminini sormanın tam sırası… “Biz onlara tebliğ yapıyoruz, onlar da bize misyonerlik yapsın, ne fark var?” diyenler insanların özellikle maddî zaaflarından istifade etmenin tebliğ ahlakındaki yerini gösterebilirler mi acaba?!
Küresel hegemonyanın talebi doğrultusunda işgal altında tutulan, dünyanın en yoksul ülkelerinden birisi söz konusu ve siz orada “yara sarmak” adı altında insanların zaaflarını “baskı” sınırına varan bir tarzda kullanıyorsunuz, istismar ediyorsunuz!.. Hristiyan ol, karnını doyurayım, seni ülke dışına çıkarayım; din değiştir, adam gibi yaşa…
Bu işin ahlakı var mıdır?..
Hangi İslamî tebliğ insanlara maddi menfaat sağlayarak, “din değiştir, elinden tutayım” diyerek yapılmış? Böyle bir şey söz konusu olsaydı İslam coğrafyasında tek bir gayrimüslim bile kalmazdı. İstisnai örnekler gösterilebilse bile –varsa şayet–, meselenin ilkesel yanının ve “genel kabul gören” uygulamaların bunun uzağında olduğunu bilmeyen var mıdır?..
İstanbul Eminönü’deki camiin kapısındaki tahtaya “Ey iman edenler! Yahudi ve Hristiyanlar’ı veli edinmeyin…” ayetinin yazılmasıyla başlayan tartışma, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açıklaması ve bir ilahiyat profesörünün ayeti tarihsel ilan etmesiyle şimdilik kapanmış görünüyor. Ama meselenin bundan ibaret olmadığı açık.
İçinde yaşadığımız çağ, Müslümanlar için belki de tarihin en hassas/kritik dönemi. İslam coğrafyasının fiilen, ekonomik olarak, açık ve örtülü… işgali söz konusu. Egemen güçler tarafından dünyada her türlü propaganda imkânı kullanılarak İslam’a ve Müslümanlar’a karşı fiilî bir kamplaşma teşvik ediliyor. Bir yandan bu tarz yöntemlerle baskı altında tutulan Müslüman halklar, diğer yandan misyonerler marifetiyle din değiştirmeye “zorlanıyor”!
Bütün Yahudi ve Hristiyanlar’ın aynı kategoride olduğunu söyleyen yok. Ama yaşadıklarımızın dinî mülahazalardan tamamen bağımsız olduğunu söylemenin imkânı da yok.
Bu topraklar İslam Fıkhı’nı usulüyle füruuyla, günümüzde meslekten fıkıhçı pek çok bilim adamına kaynaklık edecek seviyede bilen Sava Paşa’ları yetiştirecek kadar münbit, Ehl-i Kitap’la kapı komşusu olarak yüzyıllarca yaşayacak kadar geniş yürekli insanların yaşadığı bir coğrafyadır. Bu nasıl bir vakıaysa, Rum Ortodoks Kilisesi’nin ekümeniklik iddiası da o kadar vakıadır…
Ne misyonerlerin öldürülmesini, ne de içimizde yaşayan Yahudi ve Hristiyanlar’ın rencide edilmesini tensip etmek mümkün. Burada farklı bir mesele var. Burada siyasî mülahazalar, küresel hesaplar var. Bunlara dikkat çekmek de meselenin hassasiyetinin farkında olan her müslümanın hakkıdır.
Milli Gazete – 7 Ocak 2008