Kur’an-ı Kerim insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak ve onlara yolun doğrusunu göstermek için inzal buyurulmuştur. Nazil olduğu dönemden bugüne kadar bu maksadı gerçekleştirmiştir, bundan sonra da gerçekleştirecektir.
Bu cümleler kesin bir hakikati dile getiriyor olmakla birlikte, bugün bizim için gündem konusu olan bir meseleye açıklık getirmiyor.
Nedir o gündem?
Kur’an bir taraftan “bütün insanlığa” hidayet rehberi olduğunu söylerken, bir taraftan da “mü”minlere/müttakilere/muhsinlere” hidayet rehberi olduğunu vurguluyor. Onun bütün insanlığa hidayet rehberi oluşuyla mü’minlere/müttakilere/muhsinlere –hatta bu sonuncuların her birine– hidayet rehberi oluşu arasında bir keyfiyet ve mahiyet farkı bulunması gerektiği bedihîdir. Bu sebeple bu “ikili” hidayet fonksiyonunun ne suretle vuku bulduğu açıklığa kavuşturulmadan yapılacak meal okumalarının kafa karışıklığıyla neticelenmesine şaşırmamak gerekir. Bu noktada yaşanan kafa karışıklığının en yalın hali, Kur’an’ın “apaçık, ayetleri tafsil edilmiş, kolaylaştırılmış” bir kitap olduğunu ifade eden ayetleri öne çıkarılırken, onun Efendimiz (s.a.v) tarafından mü’minlere “öğretilen/talim edilen” bir kitap olduğunu ve Efendimiz (s.a.v)’in beyanına havale edilen ayetler ihtiva ettiğini, yani O’nun öğretmesi ve beyanı olmadan gereği gibi anlaşılamayacak bir kitap olduğunu ifade eden ayetlerin görmezden gelinmesi durumunda tezahür ediyor…
Kur’an 6 bin küsür ayetiyle insanlığın bütün problemlerine cevap ihtiva ediyor mu?
Hem “evet”, hem “hayır”.
O 6 bin küsün ayet içinde kimi problemlere birebir çözüm getirenler olduğu gibi, herhangi bir somut cevap getirmek yerine “problemlerin nasıl çözüleceğini öğreten” ayetler de vardır. Dolayısıyla somut hükümler getiren ayetler nazara alındığında cevabın “hayır”, bir önceki cümlede çizilen çerçeve dikkate alındığında da “evet” olarak verilmesi tabiidir.
Problem sadece Kur’an’ın “problemlere cevap verme” tarzıyla sınırlı değil şüphesiz. İlahî kelamın tabiatından kaynaklanan durumlar da var. Muhkem-müteşabih ayrımının neye tekabül ettiği, hangi ayetlerin muhkem ve hangilerinin müteşabih olarak görüleceği meselesi böyledir söz gelimi. Keza Sünnet-i Seniyyenin Din’deki yeri ve fonksiyonu, Kur’an-Sünnet ilişkisi…
Aynı şekilde her bir ayetin konu edindiği meseleye delalet vechi/tarzı da “Kur’an’ın rehberliği” bağlamında netleştirilmesi gereken bir başka temel belirleyicidir.
Bütün bunları dikkate aldığımızda öne çıkan soru şu oluyor: Bu ümmetin Sahabe kuşağından itibaren Kur’an bağlamında ortaya koyduğu muazzam müktesebatı ne yapacağız? O müktesebat bugün için tamamen (ya da haydi “Kur’an’ın dominant vurguları bakımından” diyelim) “işe yaramaz” hale mi gelmiştir, yoksa Kur’an’ın düne olduğu gibi bugüne de hayat veren ve geleceğe de hayat verecek olan mesajları, yönlendirmeleri, hidayet ediş tarzı orada mı tebellür etmiştir?
Kimse sağa-sola çekmesin; burada “merace’l-bahreyni…” ayetinin ya da “alaka”nın anlamından bahsetmiyoruz. Burada söz konusu ettiğimiz, Kur’an’ın, içinde bulunduğumuz çağda bizi ne suretle aziz, müstakim, müttaki ve şahit kılacağı, “sahih iman”a ve “salih amel”e nasıl ulaştıracağı meselesidir. Kur’an’ın dominant vurguları dediğim, buradan başlayarak müslümanca bir hayatın bütün boyutlarını kucaklayan iman-amel-takva birlikteliğidir ve hiç şüphe yok ki burada işin temelinde Sünnet-i Seniyye bulunmak zorundadır. Zira Kur’an’ı bize “tebliğ eden” de, “teybin/tefsir” eden de, “öğreten/talim eden” de Efendimiz (s.a.v)’dir. Bunun böyle olduğunu/olması gerektiğini bize haber veren de yine bizzat Kur’an’dır. Dolayısıyla O’nu, O’nun sünnetini devre dışı tutan, görmezden gelen, hesaba katmayan “meal okumaları”nın Allah Teala’yı razı ve maksadı hasıl edecek tarzda cereyan etmesi ve netice vermesi beklenemez.
“Sünnet” dendiğinde kaçınılmaz olarak işin içine hadisler girecek, Sahabe’ye bakış girecek ve İslamî ilimler girecek. Eğer gönül rahatlığıyla “meal okumaları bu noktalarda hiç kimseyi farklı vadilere savurmamıştır” gibi bir cümle kurabiliyorsak, bütün söylediklerimi geri almaya hazırım. Ama ya aksi söz konusuysa!?..
Milli Gazete – 14 Şubat 2011