Fikirlerinden ve sayısı 50’yi geçen kitaplarından başka bir eylemi olmayan bir adam… Silahlı terör örgüt kurmak suçundan müebbete mahkûm. Ortada ne örgüt var, ne hiyerarşik bir yapı.
Ortada bir suç varsa eğer, “suçun şahsiliği” ilkesi, suçun faili/failleri ile sınırlı bir müeyyideyi öngörür. Onu müebbete mahkûm eden hakim, fikirlerinden etkilenip eylem yapan insanların sorumluluğunu ona yükleyen bir yaklaşım sergilemiş. “Hiyerarşi yok, eylem yok, eylem talimatı yok, tanışıklık yok… Buna rağmen ‘olsa olsa budur’ mantığı üzerine bina edilen bir hüküm var” diyor avukatı…
Hukukun, suçluyla suçsuzu birbirinden hassasiyetle ayırma mekanizması olmaktan çıkarılıp, zorlama ve dolaylı bağlantılar üzerinden suçlu/lar tesbit etme mekanizmasına dönüştürüldüğü bir ülke, “potansiyel suçlar ve suçlular ülkesi” olmuştur…
Bu ülkede, amacını “sosyalist devrim” ve “sosyalizmin kuruluşu” olarak belirlemiş bir Komünist Parti var söz gelimi. Zaman zaman gençler, özellikle bazı üniversitelerde şu veya bu gerekçeyle eylemler yapıyor. Kullandıkları dil ve attıkları sloganlar Komünist Parti’nin diliyle benzeşiyor diye kimse kalkıp bu partinin yöneticilerini sorumlu tutmuyor. Daha pek çok örnek verilebilir. Yanlıştır demiyorum. Tabii ki suçu kim işlemişse cezayı alması gereken de odur. “Suçun şahsiliği” ilkesi bunu gerektirir. Ama bu ilke Mirzabeyoğlu davasında niçin işlemedi/işlemiyor?
Mirzabeyoğlu davasında müebbet kararı veren hakim, suç saydığı fiilin failine göre mahiyet değiştirebileceğine inandığını fiilen ortaya koyan konumda. Mirzabeyoğlu’na isnat ettiğine benzer bir suçtan yargılanan bir ismin avukatlığını yapıyor. Üstelik Mirzabeyoğlu davasında verdiği kararın yanlış olabileceği ihtimalini de dile getirerek…
Bilemiyorum, hukuk adamları –özellikle de böylesi kritik davalarda– küçük dahi olsa bir şüphenin mevcudiyeti durumunda nasıl bir ruh haliyle karar verir, kalem kırarlar? Böyle durumlarda “hukuk adamı” kimliğiyle “insan” kimliği arasında ne türlü gel-gitler yaşarlar mesela? “Vicdanî kanaat” karar verme sürecinin herhangi bir yerinde herhangi bir rol oynar mı? Davalının kimliği, inancı, ideolojisi, hatta kılık kıyafeti… karar sürecine gerçekten hiçbir etki yapmaz mı? Karar vericiler kadar kamuoyu bakımından da önemli sorular bunlar…
Salih Mirzabeyoğlu 2001 yılından beri hapiste. Devletin koruması altında olması gerekirken, “telegram” denileni de dahil olmak üzere işkencenin birçok türüne maruz kaldığını basından izledik.
Kitap yazmaktan, fikir üretmekten, konuşmaktan, tartışmaktan başka bir eylemi bulunmayan Mirzabeyoğlu’nun “Anayasal düzeni cebir ile değiştirme” suçundan müebbet hapis cezasına çarptırılmış bulunması, gelinen nokta ve hedefleri bakımından Türkiye’ye gerçekten yakışmıyor…
Milli Gazete – 26 Eylül 2011