Marife‘nin ikinci sayısında birlikte okunması gereken iki yazı bulunuyor: Dr. Fethi Ahmet Polat’ın “Modern ve Postmodern Düşüncede Kur’an’a Yaklaşımlar, Arkoun, Hanefî ve Ebû Zeyd Örneği” başlıklı makalesi (7-25), görüşleri İslam dünyasında ve tabii ülkemizde İslamî entelektüel çevrelerde hayli yankı uyandıran mezkûr üç ismin Kur’an anlayışlarını derli-toplu biçimde özetlemesi bakımından oldukça güzel. Polat’ın Doktora tezinin bir özetinden ibaret olan bu makale, Arkoun, Hanefî ve Ebû Zeyd’in Kur’an (dolayısıyla vahiy, dolayısıyla Allah) telakkisini önce kendi eserlerinden aktarıyor, ardından da gerekli görülen yerlerde yazarının rezervlerini okuyucuya sunuyor.
Bu üç ismin, Kur’an’ın (vahyin) ontolojik mahiyeti, dolayısıyla epistemolojik kıymeti konusundaki kanaatlerini Mu’tezile’nin görüşleri ile refere etmeyi ihmal etmedikleri görülüyor. “Mu’tezile’nin, “halku’l-Kur’an” iddiasını, Kur’an’ın tarihselliği tezine dayanak yapmak ne kadar doğru ve “ahlakî”dir?” sorusu bana göre oldukça önemlidir. Zira Mu’tezile’nin bu tezi, Kur’an’ın tarihselliğini ispat etmek gibi bir gayeyle değil, inanç umdelerinden birisini oluşturan “Tevhid” ilkesinin zede almaması amacıyla savunduğunu biliyoruz. Aksini söylemek “anakronizm” olurdu.
Ancak acaba Kur’an’ın mahluk olduğu tezinin, o dönemler için tarihsellik olarak anlaşılabilecek bir yaklaşımı temellendirmek için savunulduğunu söylememizi mümkün kılacak bir veri var mıdır?
Modernistler’in, bu teze, tarihsellik iddiasını “gelenek”ten refere edebilmek için “abandıkları” malum da, acaba “gelenek” onlara bu imkânı veriyor mu?
Bu soruya makul ve gerekçeli bir cevabın şimdiye kadar bulunabildiğini söylemek mümkün görünmüyor. Dr. Kâmil Güneş’in, Marife‘nin aynı sayısında (73-98) yer alan Mu’tezilî Düşüncede Kur’ân’ın Yaratılmışlığıyla İlgili Belirlenen Aklî Çerçeve ve Bunun Bilimsel Değeri başlıklı makalesine (Kelamî Ekollerin Farklılaşmasında Nassların Rolü (Bâkıllânî ve Kâdî Abdülcebbâr’da Kelâmullah Meselesi Örneği) adlı Doktora tezinin bir kısmından ibaret olduğu belirtilmiş), bu soruya bir cevap bulabilir miyim diye baktım. Ancak meselenin can alıcı noktasını teşkil eden bu soru orada da cevapsız. (Doktora tezinin makaleye yansımayan kısmında bu sorunun cevabıyla iştigal edilip edilmediğini, tezi görme imkânım olmadığı için bilmiyorum.)
Öte yandan, adını andığım ikinci makalede, Ehl-i Sünnet’in (el-Bâkıllânî örneğinde), ilahî kelamın kadim olduğu görüşünü temellendirmek için ileri sürdüğü “kelam-ı nefsî-kelam-ı lafzî” ayrımının birinci kısmını nasıl gerekçelendirdiği konusunun da eksik kaldığı göze çarpıyor. Eğer bu nokta tezin makaleye yansımayan kısmında işlendiyse, makale bakımından, tezde işlenmediyse tez bakımından bir eksiklik olarak duruyor.
“Keşke Güneş, “… doğru olmayan, fiziksel kelam felsefesinin Allah’ın kelamına da aynen uygulanmasıdır, zira Allah katındaki kelamın niteliğinin Mu’tezile’nin iddia ettiği gibi olduğunun bizzat delili yoktur, delil getirilmeye çalışılan şey sadece şâhidden yola çıkılarak gâib hakkında yürütülen kıyastır. Esasen bu konunun detayları oldukça fazladır…” diyerek askıda bıraktığı bu noktayı özet halinde de olsa ele alsaydı” diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz.
Ayrıca bir “Sonuç/Değerlendirme” bölümü ihtiva etmemesi ve –tabir uygunsa– “pat diye” biterek okuyucuyu askıda bırakması da böyle önemli ve değerli bir çalışma için nakisa olarak göze çarpıyor.
(Marife‘nin iletişim adresini soran okuyuculara: Dergiye, [email protected] , Hidayet Işık, Selçük Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Meram-Konya adreslerinden veya 0332.323 82 50 / 204 numaralı telefondan ulaşabilirsiniz. Bilgi için: www.marife.org)
Mart 2002 – Milli Gazete