Önümde Marife dergisinin şu ana kadar neşredilmiş 3 sayısı duruyor. Selçuk İlahiyat’ta devam etmekte olan Doktora programım için geçen hafta Konya’ya gittiğimde, çoktandır eksikliğini hissettiğim, her sayısı dolu dolu olan derginin 3 sayısını da aldım ve ilk sayısını (Bahar/2001) hemen okudum. Diğer sayıları da ara vermeden okumak üzere şöyle bir karıştırdım.
Değerli araştırmacı Dr. İbrahim Hatiboğlu’nun makalesi ilk dikkatimi çeken yazı oldu. Modernistler’in Sünnet anlayışı hakkındaki Doktora tezinden tanıdığımız Hatiboğlu, makalesinde Fazlur Rahman’ın Hadis ve Sünnet kavramlarına yaklaşımını irdelemiş. Konuya vukufiyetini zaten ispat etmiş bulunan Hatiboğlu’nun yazısı oldukça doyurucu.
Bir diğer makale, Doç. Dr. Ahmet Yaman’ın. Kavaid-i Fıkhiyye’yi konu alan makalede, kavaidin tarihsel gelişimi, bir bütün olarak Fıkıh ilmindeki yeri, fonksiyonu, ilgili başka kavramlar ve mahiyeti verildikten sonra, konuyla ilgili literatür/bibliyografya verilmiş.
Fıkıh konusundaki güncel tartışmalar genellikle ya parça/fer’î/cüz’î hükümler hakkında ya da Usul konusunda yapılırken ne hikmetse kavaid bir türlü gündeme gelmez. Oysa bilhassa Fıkhî hüküm verme konumunda olanlar için, teorinin pratiğe aktarımı noktasında vazgeçilmez bir fonksiyonu olan kavaid, sistematik ve kuşatıcı düşünmenin önemli bir örneğini teşkil etmesi bakımından son derece hassas bir konuma sahiptir. Usul’üyle füruuyla Fıkh’ın artık miadını doldurduğu ve “yenilenmesi” gerektiğini söyleyenler, kopardıkları onca gürültüye rağmen bir Usul oluşturmak şöyle dursun, kavaidin bile yerini dolduracak bir teklif getirmekten hayli uzakta bulunduklarını dahi fark edemiyorlar.
Marife‘deki bir başka yazar, Dr. Yaşar Yiğit, kadının şahitliği üzerinde duruyor. Aktüel tartışma konularından birisi olan kadının şahitliği meselesinde İslam alimlerinin görüşü bir yana, Buhârî, Müslim… gibi kaynaklarda yer alan bir rivayet de “süzgeçten geçirici” bir yaklaşımla değerlendiriliyor.
Çağdaş (daha Türkçesi “Batılı”) değer yargılarının etkisi altında ezilen ve İslam’ı, “özür dileyici” bir tavırla “savunduğunu zanneden” bu yaklaşım, bir ayet ya da hadise yöneltilen Batılı ya da Batı patentli bir eleştirinin aslında İslam’a yöneldiğini bir türlü fark edemiyor. “Bu eleştiri bu ayeti böyle anlayanları, ya da bu hadisi eserinde zikredenleri hedefler, İslam’ı değil” demekle, aslında içi boşaltılmış bir İslam’ı savunduğunu sanıyor ve tabii ki yanılıyor.
Nitekim aynı sayının sonlarında Prof. Dr. Orhan Çeker hocanın “Kadının Şahitliği Üzerine” başlığıyla yer alan –ve Yiğit’in yazısına ta’lik olarak kaleme alındığı izlenimini veren– yazıda, bu meselede temel dayanaklardan birisini teşkil eden 2/el-Bakara, 282. ayetinde geçen “iki kadın şahit” konusunun yanlış ta’lil edildiği isabetle vurgulanmakta. Doğruyu söylemenin cesaret işi haline geldiği günümüzde muhterem Çeker hocanın bu yaklaşımı gerçekten örnek alınması gereken bir duruş.
Gerek ciddi ve dolgun muhtevası, gerekse fizik görüntüsüyle büyük bir boşluğu dolduran Marife‘nin okuduğum ilk sayısındaki yazılar elbette bunlardan ibaret değil. Birbirinden değerli araştırmalardan oluşan ilk sayıdaki yazılara ve Marife‘nin diğer sayılarına ilk fırsatta tekrar döneceğim.
Mart 2002 – Milli Gazete