“Melekler, “Mehrini verene kadar (ona el süremezsin)” dediler. Âdem, “Onun mehri nedir?” diye sordu; “Muhammed’e üç kere salat-u selam getirmendir” dediler.”
“İbnu’l-Cevzî, Salâtu’l-İhvân adlı kitabında şöyle zikreder: “Hz. Âdem, Hz. Havvâ’ya yaklaşmak isteyince, Havvâ ondan mehir istedi. Bunun üzerine Hz. Âdem, “Ya Rabbi! Ona (mehir olarak) ne vereyim?” dedi. Allah Teala şöyle buyurdu: “Ey Âdem! Habibim Muhammed b. Abdillah’a yirmi kere salat-u selam getir.” Ben (Ali el-Karî) derim ki: Bir önceki rivayetteki “üç salat-u selam” mehr-i mu’accel (mehrin hemen verilen kısmı), sonraki rivayetteki “yirmi salat-u selam” sadak-ı muahhar (mehr-i müeccel/bilahare verilmesi kararlaştırılan mehir) olabilir.
“Ömer b. el-Hattâb (r.a)’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu: “Âdem (cennetteki yasak ağacın meyvesini yemek suretiyle) hata işleyince , “Ya Rabbi! Muhammed hakkı için beni bağışlamanı diliyorum” dedi. Yüce Allah, “Ey Âdem! Muhammed’i nasıl/nereden bildin? Ben onu henüz yaratmadım!” buyurdu. Âdem şöyle cevap verdi: “Beni elinle yarattığın ve bana ruhundan üflediğin zaman ya Rabbi, başımı kaldırdım ve Arş’ın sütunlarında “Lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullâh” cümlesinin yazılı olduğunu gördüm. Bildim ki sen, mahlukatın sana en sevgili olanından başkasını kendi isminin yanına koymazsın.” Allah Teala, “Doğru söyledin ey Âdem” buyurdu, “çünkü O benim için mahlukatın en sevgilisidir O’nun hakkı için benden niyazda bulunmuş olman sebebiyle seni bağışladım. Muhammed olmasaydı seni yaratmazdım.” Bu hadisi el-Beyhakî, Delâil’inde Abdurrahmân b. Zeyd b. Eslem rivayeti olarak nakletmiş ve “Bu rivayetin naklinde, seneddeki Abdurrahman tek kalmıştır” demiştir. Bu rivayeti el-Hâkim de rivayet ve tashih etmiş ; keza et-Taberânî de rivayet etmiş ve sonunda şu ilaveye yer vermiştir: “Ve O, senin soyundan gelecek olan peygamberlerin sonuncusudur.”
“İbn Asâkir’in naklettiği Selmân (r.a) rivayetinde şöyle gelmiştir: “Cibrîl (a.s), Hz. Peygamber (s.av)’e inerek, “Rabbin, “İbrahim’i “halil” edindiysem, seni “habib” edindim. Benim nezdimde senden daha değerli bir varlık yaratmadım. Dünya ve içindekileri, kendilerine senin benim nezdimdeki değer ve mevkiini öğretmek için yarattım. Sen olmasaydın dünyayı yaratmazdım” buyuruyor” dedi.”
Ali el-Karî’nin konuyla ilgili olarak söyledikleri burada sona eriyor. Efendimiz (s.a.v.) ile ilgili diğer şayan-ı dikkat hususlara muttali olmak isteyenler el-Mevridu’r-Revî’ye müracaat etmelidir.
Ali el-Karî’nin konuyla ilgili olarak söyledikleri burada sona eriyor. Efendimiz (s.a.v.) ile ilgili diğer şayan-ı dikkat hususlara muttali olmak isteyenler el-Mevridu’r-Revî’ye müracaat etmelidir.
“Levlâke” rıvayeti ve “Nur-u Muhammedî” meselesi hakkında şu ana kadar yazdıklarımın, bir kısım okuyucular tarafından “Tasavvuf ehlinin malum asılsız/temelsiz iddiaları” olarak algılandığının/okunduğunun farkındayım. Hemen belirteyim ki, bu algı tarzı, hakikate ulaşmak için araştırma/inceleme yapmanın önündeki en önemli engeldir. Meseleye böyle bakan okuyuculara, biraz daha sabretmelerini tavsiye edeceğim.
el-Beyhakî, Delâilu’n-Nübüvve, V. 489. el-Beyhakî’nin bu rivayeti naklettikten sonra söyledikleri tam olarak şöyledir: “Bu rivayetin bu şekilde naklinde Abdurrahmân b. Zeyd b. Eslem tek kalmıştır. Bu zat zayıftır. Vallâhu a’lem.”
el-Hâkim de bu rivayeti bu zat kanalıyla nakletmiştir. Bkz. el-Müstedrek, II, 672.
Devam edecek.
Milli Gazete – 21 Şubat 2013