İmam es-Sübkî’nin, Ali el-Karî tarafından kısaca ve anlam olarak aktarılan görüşlerini –önemine binaen– kendi ifadeleriyle ve tam olarak aktardıktan sonra Ali el-Karî’nin söylediklerine kaldığımız yerden devam ediyoruz. el-Karî, İmam es-Sübkî’nin, daha önce geçen, “(…) Bu sebeple ahirette bütün peygamberler O’nun sancağı altında toplanacaktır. Bu dünyada da öyledir. İsra gecesi onlara imam olup namaz kıldırmıştır” tarzındaki ifadesini zikrettikten sonra sözlerini şöyle sürdürür:
“Ben derim ki: İmam Fahuddîn er-Râzî’nin, ‘Âlemlere bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkan’ı indirenin şanı yücedir’ ayeti hakkında söyledikleri de bu sözleri teyit etmektedir: ‘(Buradaki ‘âlemler’ ifadesi) melekleri ve diğer varlıkları da kapsamına alır.’ Şöyle der: ‘Abdürrezzâk, Câbir b. Abdillah el-Ensârî (R.A.)’den senetli olarak şöyle rivayet etmiştir: ‘Dedim ki: ‘Ey Allah’ın Resulü! Anam-babam sana feda olsun; bana Allah Teala’nın eşyayı (mahlûkatı) yaratmadan evvel ilk olarak yarattığı şeyi haber ver’ dedim. ‘Ey Câbir’ buyurdu, ‘Allah, eşyayı (mahlukatı) yaratmadan önce, kendi nurundan senin peygamberinin nurunu yarattı. O nur, Allah’ın kudretiyle, Allah’ın dilediği gibi deveran etmeye başladı. O vakit henüz ne Levh (Levh-i Mahfuz) ne Kalem; ne Cennet ne Cehennem; ne melek ne yer ne gök, ne güneş ne ay, ne insan ne cin vardı. Allah, mahlûkatı yaratmayı murat ettiği zaman o nuru 4 parçaya ayırdı. Birinci parçadan Kalem’i, ikinci parçadan Levh (Levh-i Mahfuz)’i, üçüncü parçadan Arş’ı yarattı. Dördüncü parçayı da dört parçaya ayırdı. Birinci parçadan Hamele-i Arş’ı (Arş’ı taşıyan melekleri), ikinci parçadan Kürsi’yi, üçüncü parçadan Cennet ve Cehennem’i yarattı. Sonra bu dördüncü kısmı da dört parçaya ayırdı. Birinci parçadan mü’minlerin gözlerinin nurunu, ikinci parçadan kalplerinin nurunu –ki bu, ‘ma’riifetullah’tır–, üçüncü parçadan dillerinin nurunu yarattı ki bu da ‘Lâ ilâhe illallah Muhammedun Resûlullâh’ sözünde ifadesini bulan Tevhit’tir…
Ben (Ali el-Karî) derim ki: Yüce Allah’ın şu kavl-i ilahîsi de bu manaya işaret etmektedir: ‘Allah, göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun sıfatı, sanki içinde bir çerağ bulunan bir hücredir. O çerağ bir sırça (kandil) içindedir. O sırça (kandil) da sanki bir inci (gibi parıldayan) bir yıldızdır ki, güneşin doğduğu yere de, battığı yere de nispeti olmayan mübarek bir ağaçtan, zeytinden tutuşturulup yakılır. Onun yağı, kendisine bir ateş dokunmasa da, hemen hemen ışık verir. (Bu ışık da) nur üstüne nurdur, Allah kimi dilerse onu nuruna kavuşturur. Allah insanlar için meseller irâd eder. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.”
Ulema, Nur-u Muhammedî’den sonra ilk yaratılan şeyin ne olduğu konusunda ihtilaf etmiştir. “Allah Teala, gökleri ve yeri yaratmadan elli bin sene önce mahlûkatın takdiratını tayin buyurdu. O vakit Arş su üzerindeydi” hadisinden hareketle ilk yaratılan şeyin Arş olduğu söylenmiştir.
25/el-Furkân, 1.
Ali el-Karî’nin bu ifadesi, İmam Fahruddîn er-Râzî’den yaptığı alıntının devam ettiğini, ancak arada bazı ifadelerin atlandığını anlatır. Burada alıntılanan ifadeleri İmam er-Râzî’nin et-Tefsîru’l-Kebîr’inde bulamadım. Bir başka eserinde geçiyor olabilir. Abdürrezzâk es-San’ânî’nin el-Musannef’’ine ait olduğu söylenen bu rivayet, bu eserde mevcut değildir. Evet bu eserin baş tarafı kayıptır; henüz bulunamamıştır. Bulunabilmiş olsaydı tahkik etme imkânımız olurdu. İba b. Abdillah b. Mâni’ el-Himyerî tarafından 1425/2005 yılında “el-Cüz’ü’l-Mefkûd mine’l-Cüz’i’l-İvvel mine’l-Musannef” adıyla neşredilen bir çalışma olmuş, ancak bunun “müzevver” (uydurma) bir cüz olduğu, “Meacmû’ fî Keşfi Hakîkati’l-Cüz’i’l-Mefkûd el-Mez’ûm min Musannefi Abdirrezzâk” adlı kolektif çalışmada ortaya konulmuştur.
24/en-Nûr, 35.
Müslim, “Kader”, 16.
Devam edecek.
Milli Gazete – 7 Şubat 2013