“Levlâke” Rivayeti ve “Nur-u Muhammedî” Meselesi – 12

Ebubekir Sifil"Levlâke" Rivayeti ve "Nur-u Muhammedî", [dosya], 2013, Gazete Yazıları, Mart 2013

Serinin bu son yazısında muhtemel bir itiraza kısaca değineyim:

Denebilir ki: “Kur’an’da Efendimizin (S.A.V.), kendisine vahiy gelmeden önce, ‘Kitap nedir, iman nedir bilmediği’ , ‘yolunu şaşırmış bir halde olduğu’  haber verilmektedir. Bu ve benzeri nasslar, Efendimizin (S.A.V.) ‘peygamberlik’ vasfını ancak 40 yaşında haiz olabildiğini açık biçimde göstermektedir. Eğer Efendimiz (S.A.V.), Hz. Âdem’e (A.S.) henüz ruh üfürülmeden önce peygamber olmuş olsaydı, Kur’an tarafından bu şekilde zikredilmesi söz konusu olmazdı. Bu durumda O’nun Hz. Âdem (A.S.) yaratılış sürecini tamamlamadan önce peygamber olduğunu söylemek mümkün değildir.”

Bu itiraza şöyle mukabele ederiz: Nur-u Muhammedî meselesini kabul edenler, Efendimizin (S.A.V.) kâinat yaratılmadan önce bildiğimiz anlamda peygamberliğin bütün vasıflarını üzerinde taşıyacak şekilde peygamber olduğunu ileri sürmüyor. O aşamada Efendimizin (S.A.V.) “hakikati”nin var olduğunu söylüyor. Esasen yaratılışın o aşamasında henüz kendisine peygamber gönderilecek muhatap mevcut olmadığı için bildiğimiz anlamda “peygamberlik” de söz konusu olmayacaktır tabii olarak.

Bu itibarla o aşamada “vahiy alan ve bu vahyi muhataplarına tebliğ eden” Muhammed b. Abdillah’dan (S.A.V.) değil, O’nun “hakikatinden” söz edilmektedir. Efendimizin (S.A.V.) ruh ve beden olarak, Muhammed b. Abdillah olarak peygamberlik misyonu ancak dünyayı teşrifinin üzerinden 40 yıl geçtikten sonra söz konusu olacaktır.

Meseleyi bir başka açıdan şöyle izah edebiliriz: Hiç birimiz “Elestü bi Rabbikum?” sorusuna muhatap olduğumuzu ve bu soruya “belâ/evet” cevabı verdiğimizi hatırlamıyoruz. Oysa Kur’an’da bu meselenin zikrediliş tarzı son derece enteresandır: “Hani Rabbin: Âdemoğullarının bellerinden zürriyyetlerini almış, onları nefislerine karşı şahit tutarak, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim’ diye işhad etmiş, onlar da ‘evet’ demişlerdi, ‘şâhidiz’. Kıyamet günü, ‘Bizim bundan haberimiz yoktu’ demeyesiniz!”

Burada soy-sop sahibi her insandan alınan “misak”tan söz edilmektedir. Bu misak, biz, ruh ve bedenden müteşekkil “insan”lar olduğumuz halde mi bizden alındı? Buna “evet” demek mümkün değil. Zira her birimiz bu dünyaya birer ana-baba vesilesiyle geldik. Dünyaya ilk geldiğimizde mükellef bile değildik. Bebeklik ve çocukluk çağlarından geçerek mükellef olduğumuz yaşlara geldik. O halde soralım: “Elest bezmi”nde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sorusunun muhataplarının ontolojik varlıkları hakkında ne söyleyebiliriz? Üstelik orada verdiğimiz ve dahi hiç birimizin hatırlamadığı o ahit, bu dünyada inkâr üzere yaşayanlar için kıyamet günü aleyhde bir “hüccet” olacak. Hakikat-ı Muhammediye meselesini peşinen reddedenler öncelikle “Elest bezminde, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ sorusuna, ‘Belâ/evet’ cevabını verenler kimlerdi?” sorusunun tatminkâr bir cevabını vermek durumundadırlar. Özellikle de ruhların bedenlerden sonra yaratıldığını söyleyen İbnu’l-Kayyım’ı ve hocası İbn Teymiyye’yi takliden Hakikat-ı Muhammediyye meselesinde peşinci red tavrı takınanlar için bu ilmî bir mecburiyettir.

Sonuç olarak deriz ki: Meseleye önyargıyla reddetmek üzere değil, “anlamak için” bakıldığında “Levlâke” rivayetinin de “Nur-u Muhammedî” meselesinin de makul izahı mümkündür; hatta böyle izah etmek nassların gereği olarak görülmelidir.

Vallahu a’lem.

42/eş-Şûrâ, 52, 93/ed-Duhâ, 7, 7/el-A’râf, 172.

Milli Gazete – 14 Mart 2013