Geçen hafta, “Sen olmasaydın alemleri yaratmazdım” anlamındaki söz üzerinde dururken bu sözün “hadis” olarak sabit olmadığını, ancak anlamının doğru olduğunu söyleyen alimler bulunduğunu belirtmiştim.
Ali el-Karî, el-Mevridu’r-Revî fi’l-Mevlidi’n-Nebevî isimli risalesinde konuyla ilgili oldukça dikkat çekici şeyler söyler. Evvela “Adem su ile çamur arasındayken ben nebi idim” rivayetini zikredip, “Her ne kadar bazı Hadis hafızları, “Bu rivayeti bu lafızla bulamadık” demişse de, manası sahih tariklerle gelmiştir.” Bu çerçevede el-Karî, “Adem ruh ile ceset arasındayken ben nebi idim” hadisini ve bu anlamdaki birkaç rivayeti zikreder.
Tam bu aşamada sorulması gereken kritik soru şudur: Hz. Adem (a.s)’ın yaratılış sürecinin henüz tamamlanmadığı bir aşamada Efendimiz (s.a.v)’in “nebi/peygamber” oluşu ne anlama gelmektedir?
Bu soruya “Efendimiz (s.a.v) Allah Teala’nın ilminde peygamber olduğunu anlatmak istemiştir” şeklinde cevap vermek açıklayıcı değildir. Zira Allah Teala’nın ilminde peygamber olmak bakımından Efendimiz (s.a.v)’le diğer peygamberler arasında herhangi bir fark yoktur. O halde Efendimiz (s.a.v) bu ifadeyle daha farklı, daha “özel” bir şey anlatıyor olmalıdır.
Ali l-Karî bu soruya cevap teşkil edebilecek izahı İmam es-Sübkî’den şöyle nakleder: “Ruhlar bedenlerden önce yaratılmıştır. Efendimiz (s.a.v), “Ben nebi idim” sözüyle, ruh-i şerifine veya hakikatlerinden bir hakikate işaret etmektedir ki, onları Allah’tan ve lütfuyla muttali kıldığı kimse(ler)den başkası bilmez. Sonra Allah Teala, o hakikatten dilediği şeyi dilediği vakitte (dildiğine) verir. İşte Efendimiz (s.a.v)’in hakikati, Allah Teala’nın Hz. Adem (a.s)’ın hilkati sürecinde ona verdiği nübüvvet vasfı olabilir ki, o hakikati, O’nun nübüvvetine hazır bir şekilde yaratmış ve ona o vakit nübüvvet vasfı vermiştir. O bu suretle nebi olmuş ve melekler ve başka varlıklar O’nun ind-i ilahîde ne yüce bir mevkie sahip olduğunu bilsin diye adı Arş’a yazılmıştır. Binaenaleyh her ne kadar o hakikatle muttasıf mübarek bedeni daha sonra yaratılmış ise de, Efendimiz (s.a.v)’in hakikati o vakitten beri mevcuttur. O’na nübüvvet, hikmet ve hakikatinin diğer vasıflarının verilmesi işi de o zaman tamamlanmıştır. O’nun kemalatı bedeni yaratıldıktan sonraya bırakılmayıp kendisine önceden verilmiştir. Tehir edilen, O’nun bedensel oluşumu ve dünyaya en mükemmel şekilde gelene kadar temiz sulblerde ve rahimlerde nakledilmesidir –Allah’ın salat ve selamı üzerini olsun–.
“Bahse konu rivayetin, Efendimiz (s.a.v)’in peygamber olacağının Allah Teala tarafından bilindiğini anlattığını söyleyenler, yukarıda anlattığımız manaya vakıf olamayanlardır. Çünkü Allah Teala’nın ilmi bütün eşyayı kuşatmıştır. Hz. Adem (a.s)’ın hilkatinin henüz tamamlanmadığı bir vakitte Efendimiz (s.a.v)’in peygamberlik vasfına sahip olduğu ifadesinin, O’nun nübüvvetinin o vakit sabit olduğu şeklinde anlaşılması gerekir. Aksi halde Efendimiz (s.a.v)’in nübüvvetinin zikredilmesinin özel bir anlamı olmazdı. Zira bütün peygamberler Allah Teala’nın ilminde peygamberdirler!”
Daha sonra el-Karî, Sahîhu’l-Buhârî şarihi el-Kastallânî’den şu nakilde bulunur: “Bize Ebû Sehl el-Kattân’ın Emâlî’sinden bir cüz zımnında, onun Sehl b. Sâlih el-Hindânî’den nakli olarak şöyle rivayet edildi: “Ebû Ca’fer Muhammed b. Ali’ye (İmam Muhammed el-Bâkır, E.S), “Peygamberlerin sonuncusu olarak gönderilmişken Hz. Muhammed (s.a.v) nasıl oluyor da diğer peygamberlerden önce geliyor?” diye sordum. Şöyle dedi: “Allah Teala ademoğullarının zürriyetlerini, kendilerini kendilerine şahit tutarak “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sorduğunda Hz. Muhammed, “Evet (Sen bizim Rabbimizsin)” diyenlerin ilkiydi.”
Devam edecek.
Milli Gazete – 15 Ocak 2013