Üstünde oturduğumuz hazinenin farkına varmadan, el-alemden himmet dilenmekte ısrar edişimiz karşısında hep aynı manzara canlanıyor gözümün önünde: Babasından kalan külçe altını ne yapacağını bilemeyen asi delikanlının, yarım ekmek arası döner karşılığında kendisini elindeki “ucube”den kurtarması için başkalarına yalvarışı…
Ülkemizde yazma kaç yazma eser kütüphanesi vardır?
Kolay bir soru…
Peki soruyu şöyle sorsam: Ülkemizdeki yazma eser kütüphanelerinde kaç yazma eser vardır?
Bu sorunun cevabını doğru biçimde verebilecek –Kültür Bakanlığı dahil– kimse yoktur. Çünkü ülkemizdeki yazma eser kütüphanelerinde “yatmakta” olan yazma eserlerin doğru dürüst fihristleri çıkarılmış değildir…
Abdürrezzâk es-San’ânî’nin el-Musannef’i, İbn Huzeyme’nin es-Sahîh’i, İmam en-Nesâî’nin es-Sünenu’l-Kübrâ’sı ve uzun asırlar boyunca “kayıp” olarak telakki edilmiş daha yüzlerce eser… Bunların en değerli (hatta kimilerinin “tek”) yazma nüshalarının ülkemiz kütüphanelerinden –bilhassa İstanbul’dan ve Süleymaniye’den– temin edilip başka ülkelerde basılması ve bu işin bize nasip olmaması karşısında söyleyecek söz bulamıyor insan.
Kendi geçmişimizle, kimliğimizle ve aidiyetlerimizle aramızdaki bu mesafenin kabahatlisi kim?
Evet, Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan bu yana yönünü Batı’ya çevirmiş bulunuyor. Dolayısıyla Batı’ya doğru yürüyüşümüze “işe yarar” bir katkı sunmayan hiçbir şeyin Cumhuriyet’in istikametini tayin edenler nezdinde değer ifade etmemesi anlaşılmaz değildir.
Aslına bakarsanız Batı’nın “saygı değer” bir üyesi olmak için bile –çünkü kendisine saygı duymayana başkası saygı duymaz– bu türlü çalışmalar yapılmalıydı. Hatta sırf akademik saiklerle de olsa yapılmalıydı.
Kültür Bakanlığı kütüphanelerden birinci derecede sorumlu kurum olarak “çeşni” kabilinden bir-iki eserin tıpkıbasımını yapmakla bu sorumluluğu ifa etmiş oluyor mu gerçekten?
Ya üniversitelerimiz? Dil-Tarih fakülteleri, Edebiyat fakülteleri, İlahiyat fakülteleri?.. “Niçin buralarda komisyonlar kurulup tahkikli, edisyon-kritikli neşirler yapılmaz?” sorusunun tatminkâr cevabı var mıdır?
Ah, “yapısal” sorunlar!..
Diyelim ki resmî merciler meseleye ideolojik bakma hastalığından kurtulamamıştır yahut müzmin yapısal sorunlar bu gibi ciddi işlerle ilgilenmeye fırsat vermemektedir.
Peki, bu ülkede kendisinden söz ettiren bir “İslamî kesim” var mıdır gerçekten? Varsa eğer, bu kesim varlığını ne üzerine bina etmiştir? Bütçeleri özellikle son yıllarda devasa boyutlara ulaşan “cemaat tabanlı” özel girişimler, vakıflar, dernekler, ilmî araştırma kurumları bu meseleyle birinci dereceden ilgilenmesi gereken yapılar değil midir?
(Hakkını yemeyelim, İSAM bu bağlamda diğerlerinden ayrı tutulmalı. İslam Ansiklopedisi gibi dev bir proje, “yüz akı” bir faaliyet olarak –eksiğiyle-noksanıyla, ama– başarıyla yürüyor. Bünyesindeki araştırmacıların birbirinden değerli çalışmalarının neşri de bu meyanda mutlaka anılmalı. Özellikle yeni başlanan Şer’iyye sicillerinin neşri faaliyeti, Osmanlı’nın sadece kazaî değil, aynı zamanda Dinî, sosyal, kültürel, ekonomik, ilmî… fotoğraflarını yansıtacak olması bakımından da büyük öneme sahip. Her ne kadar sicillerin tamamının değil, seçme usulüyle belli bir kısmının sadeleştirilmesi ve neşri söz konusu ise de, devlet gücüne sahip olmayan bir kuruluştan da bundan fazlasını beklemek doğru değil.)
Bir yıl kadar önce, Süleymaniye kütüphanesinin fihristleme işi için kurulan bir komisyon bu işte istihdam edilmek üzere stajyer elemanlar aldı. Onlara kurslar verildi.
Fakat bilmediğim bir sebeple bu faaliyet akim kaldı. Düşünebiliyor musunuz, dünyanın sayılı yazma eser kütüphanelerinin başında gelen ve bünyesinde çok sayıda koleksiyon barındıran Süleymaniye gibi bir kütüphanenin ciddi anlamda bir fihristi henüz çıkarılabilmiş değil. “Hangi kütüphanenin var ki!” diyeceksiniz haklı olarak. Hiç birinin yok.
Bu konuda ülkemizin itibarını, Mahmud Duğaym isimli Suriyeli bir araştırmacı kurtarıyor. Daru’l-Hikme’den bir ekibin asiste ettiği Duğaym hoca, şimdiye kadar Süleymaniye’deki koleksiyonlardan birisinin (yanlış hatırlamıyorsam Ragıp Paşa) fihristleme işini bitirdi. Üç cilt halinde basılmakta olan bu fihrist, Süleymaniye’deki mevcudun belki ancak % 10’unu ihtiva ediyor.
İşin enteresan yanı, Duğaym hoca bu işi hiçbir ücret almadan yapıyor! Osmanlı muhabbetini doğrudan doğruya imanî bir mesele olarak gören hocaya uzun ve sağlıklı bir ömür dilemekten başka bir şey gelmiyor elimizden…
Milli Gazete – 16 Kasım 2009