“Müslüman demokrat” ne demek? Ya da “Demokratik Hilafet”?
Sadece bir “takdim tarzı” veya kitap ismi mi?
Soruyu şöyle sorduğumuzda işin mahiyetinin farklı olduğu daha net anlaşılacak: “Antidemokratik Müslüman” mı, “gayrimüslim demokrat” mı daha makbuldür? Biraz daha açalım: “İnsanın Müslüman olanı makbuldür” cümlesini mi, yoksa “Müslüman olsun ya da olmasın insanın demokrat olanı makbuldür” cümlesi mi makbuldür?
Bu soruya, “demokrat” ve “Müslüman” kelimelerinin içinin nasıl doldurulması gerektiği noktasında bir mutabakat temin etmeden doğru cevap verilemez. Aksi halde “müslümanın antidemokratik olması mümkün değildir” tarzındaki cazibeli yargıların tuzağına düşmek işten değildir.
Dilimize modern zamanlarda düşen “özgürlük” kavramını merkeze aldığımızda dünün “istibdad”ıyla, bugünün “vesayet”i ayniyet kazanacaktır. Tuzak tam da buraya kurulu zaten.
Tarihin tekerrür etmesini biz insanlar temin ediyoruz. Dün “hürriyet-musavat-uhuvvet” kavramları hayatın merkezini teşkil ediyordu, bugün sahne “özgürlük, eşitlik, insan hakları” kavramlarının.
Dolayısıyla “istibdad” ve “vesayet” tabirlerinin aynı çağrışımı yapması bizdeki bir zihin yanılsamasının sonucudur, kabul edelim. Oysa “neyi temin ettikleri” sorusuna cevap aramak maksadıyla yola çıktığımızda bu kavramların birbiriyle ilgili olmayan iki dünyanın patentini taşıdığını fark edeceğiz.
Sultan II. Abdülhamid döneminin okumuş-yazmışları arasında Sultan’ı her fırsatta “müstebit” diyerek hedef gösterenlerin, aşağılayanların ve tahttan indirilişini düğün-bayram bilenlerin safında yer almakta bir sakınca görmeyenler vardı. Özelikle bu tavırda olanların, II. Abdülhamid han sonrasında ne düşünüp ne söylediği üzerinde ciddiyetle durmak lazım. Onlarla bizim aramızdaki en önemli fark, onların nedametlerinin, Abdülhamid han sonrasından “beklentilerinin boşa çıkmasından” kaynaklanmaması. İttihad Terakki demokrasi ve refah getirseydi bile onlar elden kaçırılanın farkında olmanın inkisarını yaşamaya devam edeceklerdi şüphesiz. Ya “sürdürülebilir İslam” arayışında olan ve bu haliyle Yahudiliği çağrıştıran bir algı durumuna girmiş bulunan biz?..
Eğer size gönderildiği şekliyle “ağır geliyorsa”, “mümkün olan”ını tasarlayıp yürürlüğe koyarsınız. Din böyle bir şey midir?
Efendimiz (s.a.v) ve Sahabe gözünde insanı Kâbe’den bile daha fazla şayan-ı hürmet kılan “iman”, “daha evrensel” bir söylem lehine belirleyici olmaktan çıkartılmışsa “zemin kayması” dediğimiz durum fiilen yürürlükte demektir.
Yenilmişlik psikolojisinin ruhlara sinmesi böyle bir şey olmalı. Zihnî bağımlılığı “karakter” haline getirmek, yetmez, bayraklaştırmak ve idealize etmek ahir zaman Müslümanlarına mahsus bir ruh durumu. “Ölmek istemiyorsanız sıtmanın kıymetini bilin” yani!
Ölümünü lanetleyip sıtmasını kutsayanlara ithaf olunur…
Milli Gazete – 5 Temmuz 2010