Kültürsüzlük Kimliksizliktir

Ebubekir Sifil2003, Gazete Yazıları, Nisan 2003

Prof. Mehmet Kaplan, son derece isabetli bir şekilde “insanlık kültürünün temelinde din vardır ve yeryüzünde istisnasız bütün kültür ve medeniyetler dinlerden doğmuşlardır. Mısır, Çin, Hind, Yunan, Roma, Bizans, Avrupa, Osmanlı medeniyet, kültür ve sanatları bunun en açık delilidir” der.

Bu tesbitin bana göre tek söz götürür noktası, çağdaş Batı kültür ve medeniyetini ya hesaba katmamış veya yaptığı genellemeyle onu da –temelinde din olduğunu söylemekle– tartışmalı bir biçimde okumuş olmasıdır.

Çağdaş Batı kültür ve medeniyetinin temelini teke indirgemek doğruysa, en isabetli yaklaşım onun Antik Yunan’a ait “mit”lerden beslendiğini söylemek olmalıdır. Batı kültür ve medeniyeti, Antik Yunan mitolojisindeki “tanrılarla insanlar arasındaki mücadeleler” temasının, “homo homini lupus” (insan insanın kurdudur)’a evrilmiş çağdaş şekli olarak karakterize edilse sezadır…

Bu parantezden sonra Prof. Kaplan’ın değerlendirmesi üzerinden yürüyerek “kültür”ü, hayatı ve eşyayı okuma biçiminin dışa vurumu olarak ele alır, buradaki “okuma biçimi”ni de “inanç sistemi” olarak açımlarsak, söz gelimi gayrimüslim ülkelerde Ramazan ayını idrak edenlerin çok yakından hissettiği burukluk ve eksikliğin sebebini anlamamız kolaylaşır.

Hatta “nerede o eski Ramazanlar…” türünden yakınmaların sık işitilir olduğu ülkemizde bile eksikliği hissedilen şeyin, gittikçe izi silinen “Ramazan kültürü” olduğunu tesbit edersek, yaşadığımız tatsız-tuzsuz hayatın kültür değişmesinden beslendiğini görebiliriz…

İnsana ve tabiata sağır beton ve çelik yığını yapıların çevremizi gittikçe daha yoğun biçimde kuşatması, sadece sokakların ve caddelerin değil, böyle bir çevrede yaşayan insanın da kimliksizleşmesiyle karşılıklı etkileşimin neticesi… Bir yandan insan çevresini bu derece ruhsuzlaştırırken, diğer yandan da çevre insanı tahrip ediyor…

Fabrikadaki vardiyesinden yorgun argın çıkan işçinin veya 9-5 mesaisinden, beynini masasının üzerinde bırakarak ayrılan memurun yolu, kazara beton binalar arasına sıkışıp kalmış tarihî bir camiin bahçesinden içeri düştüğünde, hissettiği şey “rahatlama” mıdır? Yoksa “böyle bir mekân insanı rahatlatmalıdır” diye düşündüğü için kendisini rahatlamış hissetmeye mi zorlar?

Aslında böyle bir insanın yaşadığı ruh hali, zamanda yolculuk yapmış olmanın doğurduğu bir “intibaksızlık”tan, ani bir “gel-git” durumundan başkası değildir. Çünkü o, aslında ne geride bıraktığı, ne de o an içinde bulunduğu mekâna aittir.

Yaşamakta olduğumuz “kültür değişmesi” hadisesinin bizi getirip bıraktığı nokta tam da bu “gerilim” halidir. Tarihten tevarüs etmediğimiz, bu sebeple kendisiyle hiçbir aidiyet ilişkisi kuramadığımız, üzerimize bir şablon gibi giydirilmiş bir fizik çevre ile genlerimizde taşıdığımız “soyut” değerler sistemi arasındaki uyumsuzluğun doğurduğu bir gerilim hali… “Kimliksizlik” yani…

Milli Gazete – 22 Nisan 2003