Kolaylaştırılmış Fıkıh Üzerine-3

Ebubekir Sifil2008, Gazete Yazıları, Şubat 2008

Modern dönem Müslümanlarının belki de en temel problemi şu: İçinde bulunduğumuz duruma nasıl geldiğimiz, niçin bu şartlarda yaşamak zorunda olduğumuz, dünyanın gidişatını tayin etme, ya da en azından etkileme konumuna gelebilmek için global ölçekte neler yapmamız gerektiği… gibi meselelere kafa yormak yerine, hasbelkader yaşamakta olduğumuz durumu Din’e onaylatarak rahatlamanın yollarını arıyoruz.

Sanki Din bizi, ne halde bulunuyorsak o halde rahatlatmak ve her hal-u kârda tercihlerimizi onaylamak için gönderilmiş gibi, hayatımızı Din’e göre değil, Din’i hayatımıza göre ayarlamanın peşindeyiz sürekli.

Dünyanın globalleştiğini, küçük bir köy haline geldiğini, artık bu köyde kimsenin tercih kullanma hakkının bulunmadığını söyleyenler, aslında dünyaya vaziyet eden global tuğyanın dayatmalarının Din gibi algılanmasını istiyor. Müslümanlar da bu durumu, “gerçekleri görmek” adına kabulleniyor, hatta mutlaklaştırıyor ve giderek hayatını Din’in değil, global enformasyon merkezlerinin ürettiği kavramlar esasında dizayn etmenin peşine düşüyor.

Nahve Fıkhin Cedîd li’l-Ekalliyyât adlı kitabında Prof. Dr. Cemâluddîn Atıyye Muhammed’in ortaya koyduğu yaklaşım, bu tesbitlerin canlı bir örneğini oluşturuyor. Azınlıklar probleminin nihaî çözümünün, fikrî ve vicdanî bir değişimden geçtiğini belirten Prof. Muhammed, toplumların ve bireylerin ırkî ve dinî taassuptan kurtulması gerektiğine vurgu yapıyor!

İlerleyen bahislerde Fıkıh kitaplarında zimmîlerle ilgili mevcut hükümlerin geçerliliğinin kalmadığını belirten Prof. Muhammed bununla da yetinmiyor, “Şurut-u Ömeriyye”nin uydurma olduğunu ileri süren Fehmi Huveydî’nin “Zimmî Değil Vatandaş” adlı eserini referans alarak kimi sahih hadislerin tarihselliğini de ileri sürüyor.

Hatta iş burada da kalmıyor, gelip “dinlerin birliği” meselesine dayanıyor. Kur’an ayetleri devreye sokuluyor. Önce Ehl-i Kitap’la başlayan “kardeşliğimiz”, Sabiiler’i de içine alarak genişliyor ve en sonunda aynı Yaratıcı tarafından var edilen muhtelif dinlere mensup “insanlık ailesi” fotoğrafı önümüze konuyor! Artık burada söylenecek söz kalmıyor tabii.

Prof. Muhammed’in kitabına, konuyla ilgilenenler için calib-i dikkat bir çalışma olarak işaret ettikten sonra gelelim esas meselemize: Bırakalım azınlıkları, İslam coğrafyasında yaşayan Müslümanlar bakımından dahi “Mekke döneminde yaşıyoruz” klasiğinin daha ne kadar berdevam olacağı meçhul. İşin ilginç yanı şu ki, bu klasiği tekrarlayanların dünyasında ne Medine kurmak, ne hicret, ne muahat[1]Efendimiz (s.a.v) tarafından Medine’de Muhacirun ile Ensar arasında tesis edilen kardeşlik. ne de cihad var! Doğrusu kimsenin burnunun kanamadığı bu “Mekke dönemi”ni hayli sevdik biz. Siyasî, sosyal, ekonomik kazanımlarımız, “girişimci ruh”u çabucak benimseyerek uluslararası arenaya açılan, dünyayla entegre olan, küreselleşmeden nasibini alan insanımız için bütün bunlar hayli geride kalmış durumda!

Bu anlayış açısından baktığımızda aslında gayrimüslim ülkelerde yaşayan Müslüman azınlıkların gayrimüslimlerle bir arada yaşaması “arızî” değil, olduğu gibi kabul edilmesi gereken bir durum. Yahudi ve Hristiyanlar’la dinî yakınlaşmanın ve “aramızdaki ortak noktalar”ı öne çıkartmanın gereğine vurgu yapan Yusuf el-Karadâvî, dinsizlik cereyanına karşı onlarla birlikte hareket edilmesini öneriyor. Sanki Müslümanların kanını dökenler, ülkeler işgal edip sömürenler, dünyayı ve uzayı kirletenler başkalarıymış gibi!

Devam edecek.

Milli Gazete – 2 Şubat 2008

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 Efendimiz (s.a.v) tarafından Medine’de Muhacirun ile Ensar arasında tesis edilen kardeşlik.