Günümüzde ekonomik konularla ilgili fıkhî meseleleri “el-Fıkhu’l-İktisâdî”, tıpla ilgili hususları “el-Fıkhu’t-Tıbbî”… gibi başlıklar altında ele almak nasıl mümkünse, azınlıklarla (özellikle gayrimüslim ülkelerde yaşayan Müslüman azınlıklarla) ilgili meseleleri de “Fıkhu’l-Ekalliyat” (Azınlıklar Fıkhı) başlığı altında ele almak mümkündür.
Evet bu yaklaşım, Fıkh’ın genel çerçevesi içinde yer alan, ama –tabir caizse– “özerk” bir saha oluşturan kendine özgü bir Fıkıh’tan bahsediyor. Bilhassa Batılı ülkelerde azınlık halde yaşayan Müslümanların problemlerinin, kendine mahsus fıkhî hükümlerle çözülmesini öngören bu yaklaşım hakkında söylenmesi gerekenleri şöyle özetleyebiliriz:
Azınlıklar Fıkhı, nüfusunun çoğunluğunu gayrimüslimlerin oluşturduğu, gayri İslamî kanunlarla yönetilen ülkelerde yaşayan Müslüman azınlıkların meselelerini önemsemesi bakımından şayan-ı dikkattir. Dolayısıyla bu yaklaşıma getirilen/getirilecek eleştiriler yapılan işin küçümsendiği, ya da problemin görmezden gelindiği şeklinde değerlendirilmemelidir.
Müslümanların gayrimüslimler arasında azınlık şeklinde yaşaması ve bunun bir “geçici durum” olarak değil, bilinçli bir tercihle “hayat tarzı” olarak seçilmiş olması geçmişte rastlanan bir durum değildir. Bu gerçeğin doğurduğu sonucu Azınlıklar Fıkhı taraftarları şöyle okuyor: Probleme çözüm ararken her ne kadar konuyla uzaktan-yakından ilişkili uygulamalar/çözümler üzerinde durulursa da, başlı başına “yeni ve farklı” bir durum söz konusu olduğu için, üretilecek çözümlerin de “yeni ve farklı” olması, geçmişte üretilen şu veya bu çözümle aynîlik arz etmemesi tabiidir.
Bu yaklaşım şu küllî/temel gerçeği göz ardı ettiği için eksiklikle maluldür: Fıkh’a, müslümanın hayatında “devam etmekte olan süreçlere çözüm bulma” görevi yüklenmesi doğru/sıhhatli değildir. Zira Müslüman, hayatının her aşamasını ve alanını Fıkh’a danışarak oluşturmak zorundadır. Yani Fıkıh sadece “problem çözen” değil, aynı zamanda problem oluşmaması için resen başvurulması gereken bir adrestir.
Bunun konumuzla ilişkisi şudur: Modern zamanlarda Müslüman toplumlar, şu veya bu sebeplerle gayrimüslim ülkelere yoğun bir şekilde göç verdi. Bunu yaparken kimsenin aklına “şu işi Fıkh’a bir götürelim” diye sormak gelmedi. Müslümanlar kendilerine doğru gelen bir iş yaptılar. Yapılan iş Fıkıh bakımından “meşru” mudur, değil midir diye soruşturmadılar. Bu kararı verirken başta ekonomik olmak üzere kısmen siyasî ve daha başka sebepleri esas aldılar. Ve sonunda ortaya “Müslüman azınlıklar” diye devasa bir problem çıktı.
Şimdi bu problemi Fıkh’ın çözmesini istiyoruz. Ancak yine “şartlı” davranıyoruz. Yani “Fıkıh bu işe çözüm bulsun, ama bizi çok fazla yormadan, üzmeden, bizden bir fedakârlık beklemeden” diyoruz.
Diyelim ki Fıkıh bu meseleye, “gayrimüslim ülkelere göç etmiş olan Müslümanlar, Mekke’den Medine’ye hicret eden Sahabe’nin fedakârlık, sadakat ve dirayetini göstererek kendi ülkelerine dönmelidirler” şeklinde bir çözüm getirse, buna yanaşacak mıyız? Oralarda edindiğimiz evimizi-barkımızı, kurduğumuz hayatı, ekonomik standartlarımızı, yatırımlarımızı… tıpkı Muhacirun’un yaptığı gibi elimizin tersiyle silip, zoru seçerek kendi ülkelerimize dönüp buralardaki gayri İslamî şartlarla mücadele etmeyi göze alabiliyor muyuz?
“İyi ama Müslüman azınlıklar bunlardan ibaret değil” denebilir. Konunun bu yönünü ve diğer boyutlarını önümüzdeki yazılarda irdelemeye önümüzdeki yazılarda inşaallah devam edeceğiz.
Devam edecek.
Milli Gazete – 28 Ocak 2008