Kilise, İncil, Hristiyanlık-2

Ebubekir Sifil2005, Gazete Yazıları, Mayıs 2005

İnciller

Kur’an, Hz. İsa (a.s)’a “İncil” isimli bir kitap indirildiğini açıkça ifade etmiştir (bkz. 5/el-Mâide, 46; 57/el-Hadîd, 27). Bununla birlikte Hristiyan kaynakları Hz. İsa (a.s)’a böyle bir kitabın indirildiğinden bahsetmez. Esasen böyle bir şeyden bahsetmesi Kilise Hristiyanlığı‘nın din anlayışına taban tabana aykırı bir durum olurdu. Zira onlara göre İsa Mesih, ontolojik yapısındaki “tanrılık” vasfı dolayısıyla zaten vahyin bizzat kendisi ve kaynağıdır.

Aslında İncil, Hz. İsa (a.s)’a vahiyle iletilmiş bir “İlahî Kelam”dır ve indirildikten sonra çeşitli şekillerde tahrif edilerek otantik özelliğini kaybetmiştir. Hristiyanlar‘a göre ise o, bir “Kitap” değil, İsa Mesih tarafından ilan edilen “müjde”dir. Mevcut İnciller ise o “ilan”ın şahitleridir.

Kilise Hristiyanlığı İnciller‘in, Kutsal Ruh tarafından teyit edilen İncil yazarları tarafından kaleme alındığını söylerken resmî teolojiye birkaç noktada hizmet eden bir tezi dillendirmiş olmaktadır. Buna göre;

  1. Mahiyetinden ileride bahsedeceğim Kutsal Ruh tarafından muhafaza ve teyit edildikleri için Kilise tarafından kabul edilen İnciller‘in tamamı vahiy mahsulüdür.
  2. Kutsal Ruh‘un mahiyeti hakkındaki Hristiyanî açıklama, İncil metinlerinin korunmuşluğu gibi son derece kritik ve hassas bir meseleyle birlikte ele alındığında, birbirine sıkı biçimde bağlı birçok dogmanın izahı mümkün hale gelmektedir. Şöyle ki;

İsa Mesih –haşa– tanrı olduğuna ve Hristiyanlık da yazılı semavî bir kaynağa sahip olmak zorunda bulunduğuna göre Kutsal Kitab‘ı İsa Mesih‘in bir başka merciden almış veya bizzat kendisinin yazmış olması bahis konusu olamaz. Öyleyse Kutsal Kitap, başka birileri tarafından kaleme alınmak zorundadır. Ve bu “başka birileri”nin de “ilahî bir teyit ve muhafaza” altında bulunması gerekir. Oysa İsa Mesih Çarmıh hadisesinden sonra göğe çıkmış ve yeryüzü ile ilişkisi kesilmiştir.

İşte bu noktada Kutsal Ruh formülü devreye girmekte ve bu ruh İncil yazarlarına hulul ederek onları sapmaktan ve sürçmekten muhafaza etmektedir.

  1. Dolayısıyla İncil yazarlarının her biri de kendi İncil‘lerini kaleme alırken bir “masumiyet zırhı”na bürünmüş durumdadır.

Bizim açımızdan burada karanlıkta kalan önemli bir nokta mevcuttur: Kur’an‘ın Hz. İsa (a.s)’a indirildiğini açıkça beyan ettiği İncil‘e ne olmuştur?

Hz. İsa (a.s) göğe kaldırıldıktan sonra Yahudiler, sadece İsevîler‘e ağır baskılar yapmakla kalmamış, İncil‘in yok edilmesi için de ellerinden geleni yapmıştır. Bu baskı ve sindirme ortamında İncil sadece şifahî rivayetler olarak hafızalarda şöyle veya böyle muhafaza edilmeye, fırsat bulunduğunda da akılda kalanların yazıya dökülmesine çalışılmış olmalıdır.

Bu süreç sonunda Hz. İsa (a.s)’dan sonra kaleme alınmış ilk İncil nüshaları ortaya çıkmaya başlamıştır. Bugün elde mevcut 4 İncil‘in ve onlardan önce kaleme alındığı bilinen –ancak Kilise tarafından “apokrif” (uydurma) ilan edilen– diğer birkaç İncil nüshasının bu süreçte kaleme alındığını söyleyebiliriz.

Nitekim Kanonik İnciller arasındaki ilişkinin izahı için ortaya atılan çok çeşitli faraziyelerin hemen tamamı, bir veya birkaç, yazılı veya şifahi “ilk kaynak”tan ve hatta “ara nüsha”dan bahsetmektedir. (Yıldırım, 139 vd.)

Bu durumun, orijinal İncil‘den, birkaç evre geçirdikten sonra akılda kalanların veya zikredilmesi uygun görülen hususların alınarak bu İncil nüshalarına aktarılmış olabileceğini gösterdiği pekala söylenebilir.

Bu İncil nüshaları hakkında şunlar söylenebilir:

  1. Bu İnciller’den hiçbiri Hz. İsa (a.s) tarafından yazdırılmamıştır. O, yazılan bu metinlerin hiçbirini görmemiştir.
  2. Dört İncil’in yazarlarının hepsi aynı bilgi seviyesi ve formasyona sahip değildir. Hatta bir kısmının kimliği meçhuldür.
  3. Bu İnciller’in asıl nüshaları kaybolmuştur. Elde bulunanlar, çok sonraları ortaya çıkmış çeviri nüshalardır.
  4. Muhtelif çevrelerin talepleri üzerine kaleme alınmışlardır. Bu çevrelerin kimliği ve taleplerinin arkasındaki saik(ler) bilinmemektedir.

Tam bu noktada İncil nüshalarına tarihsel tenkit ve metin tenkidi yöntemlerinin uygulanışı vakıasını hatırlamamız yerinde olacak. İsa Mesih‘den çok sonra ve farklı zamanlarda kaleme alındıkları bilinen bu nüshaların birbirleriyle ilişkisi, oluşturulma biçimleri, tasnif tarzlarının sebeb-i hikmeti… gibi hususların araştırılması son derece normal ve hatta “gerekli”dir.

Söz gelimi “Sinoptik İnciller” denen Matta, Markos ve Luka İncilleri arasında önemli benzerlikler mevcut iken, Yuhanna İncili‘nin onlardan bariz farklılıkları vardır. Sinoptikler‘deki canlı anlatımlar, Yuhanna‘da yerini, “hayat”, “ışık”, “hakikat”, “irfan”… gibi imgesel ifadelere bırakır. Keza Sinoptikler‘de temel vurgu “ilahî hükümranlık” iken, Yuhanna‘da “İsa’ya iman” ön plandadır. (Bu farklılıklar hakkında daha fazla ayrıntı için bkz. Doç. Dr. Şaban Kuzgun, “Dört İncil Farklılıkları Çelişkileri“, 152-3)

Sinoptikler içinde de Luka İncili‘nin diğerlerinden önemli bir farkı vardır: Luka, İncil‘ini, diğer ikisinin aksine, Yahudi asıllı olmayan Hristiyanlar için kaleme almıştır. Bu sebeple “müşrikler”in ilgisini çekecek hikâyeler orada belli bir cazibe içinde sunulur ve sadece Yahudiler‘i ve Hristiyanlar‘ı ilgilendiren hususların, mesela dinî cezaların anlatımına yer verilmez.

İnciller‘le Kur’an arasındaki bu temel “ontolojik” farklılığa rağmen Kur’an‘ın da tarihsel tenkit ve metin tenkidi yöntemlerine tabi tutularak kritik edilmesini isteyenlerin, ne yaptıklarının gerçekten farkında olup olmadığını sormak gerekiyor…

Devam edecek.

Not:

Bugün saat 16-18 arası Kayıhan Yayınevindeyim.

Adres: Ticarethane sk. Tevfik Kuşoğlu işhanı, No: 41/33 Sultanahmet.

Tel: 0212 513 51 90

Milli Gazete – 12 Mayıs 2005