2000’li yılların başından itibaren yazmaya başladığım gazete yazılarına şöyle hızlıca göz gezdirdim. Dinlerarası Diyalog faaliyetleri bağlamında gerçekten çok fazla yazı yazmışım. Bu faaliyetlerin hem dinen hem de siyaseten ve stratejik olarak yanlış olduğunu ısrarla vurgulamış ve bu çalışmaları yürüten “cemaat”in geçirmekte olduğu zihniyet değişikliğinin altını çizmişim. “Cemaat”in her alanda güçlü bir çekim merkezi olduğu ve hatta Türkiye’de neredeyse her alanı “belirlediği” o dönemde küçük bir azınlık dışında o söylenenleri kale alan olmadı.
Bediüzzaman merhumun inşa ettiği Nurculuk ile Gülen hareketi arasında neredeyse hiçbir alanda ortak nokta kalmadığını vurgulayarak bu hareketin farklı bir zihnî durumu yansıttığını ve dolayısıyla farklı bir istikamete gittiğini anlattığım yazılardan birinin (Mayıs 2007) başlığını “Çağdaş Nurculuk mu Bid’atkârâne Bir Hıyanet mi?” şeklinde atmış, (mezkûr yazıyı okumak buraya tıklayınız)[1]Editör altında şunları söylemişim:
Şu satırlar da aynı senenin Temmuz ayındaki bir yazıdan (mezkûr yazıyı okumak buraya tıklayınız)
[2]Editör
“… Kur’an ve Sünnet üzerinde yeni yorumlar yapılması gerektiğini söylemenin, Fıkh’ın beşerîliğini savunmanın, yeni içtihad çağrısı yapmanın, bunlara karşı çıkılmasını da “tehlikeli ideoloji”, “taassup”… gibi kelimelerle olumsuzlamaya çalışmanın ne anlama geldiğini, neyi hedeflediğini, hangi ihtiyaçlar doğrultusunda ve hangi ruh halinin neticesi olarak kotarılıp gündeme getirildiğini tartışmadan olup-biteni anlamlandırmaya çalışmak beyhudedir.
“İçinden geldiği, kendisini var eden yapıyı kundaklamakta, bunu yaparken de içinden geldiği yapıyla hiçbir aidiyet ilişkisi bulunmayan bir jargonu sahiplenip kullanmakta sakınca görmeyen bu kayma, kırılma, evrilme, dönüşme halini, İslam dünyasının –ve tabii Türkiye’nin– içinden geçmekte olduğu “küreselleş-tiril-me süreci”nden bağımsız görmek ve göstermek mümkün değil.
“Gözümüzün önünde cereyan etmekte olan bu başkalaşım, “post modern tarz”ın tipik özelliklerini hemen tamamıyla bünyesinde barındırıyor: Toptancı ve dayatmacı olmayan, yumuşak ve aşamalı. Bu sebeple kitle, gidişattaki garabeti, garabet olarak, tepki gösterilmesi gereken bir “kopuş” olarak görmüyor; bunun tamamen “yerli” ve “bize ait” dinamikler üzerine kurulu, devamlılık arz eden bir hareket olduğunu düşünmeye devam ediyor. Bu sebeple bu sürecin Bediüzzaman merhumla ve onun çizgisini devam ettiren Nurculuk’la bir ilişkisinin bulunmadığını söylemek insaf ve hakkaniyet gereğidir.”
Değerlendirmeyi bir sonraki yazıda yapalım.
Bir önceki yazıda sehven “Ebû Zerr el-Herevî” olarak yazdığım isim “Ebû İsmail el-Herevî” olacak.