Herhangi bir fikir, ideoloji veya sistemi diğerlerinden ayıran en temel özelliğin, kendine mahsus bir “kavram dünyası“na sahip bulunması olduğunda şüphe yoktur. Zira “kavram“, kendisini üreten bakış açısının eşya ve olayları “kavrama/algılama/okuma” noktasındaki farklılığının vaz geçilmez unsurudur.
Modern döneme kadar Müslümanlar eşya ve olaylara kendi kavramlarıyla atf-ı nazar ederken, bu dönemde yabancı kavramları hiçbir sorgulamaya tabi tutmadan kullanıma sokmayı kabul ederken aslında kimliklerinden uzaklaşmayı onaylamış oldular.
İki, bilemediniz iki buçuk asır öncesine kadar İslam dünyasının tamamen yabancısı olduğu öyle kavramlar var ki, bugün herhangi bir Müslüman kalem erbabı neredeyse onlara yaslanmadan İslamî bir olguyu ifadeye dökemiyor, meramını anlatamıyor…
Hatta o kadar eskiye gitmeye de gerek yok; bizden bir önceki kuşağın bile duymadığı –dolayısıyla– anlamadığı ne kadar kavram cirit atıyor bugünün “İslamî” metinlerinde! “Ilımlı“sından “siyasal“ına, “modern“ine, “muhafazakâr“ına kadar pek çok “İslam versiyonu”, kökten dincilik, tarihsellik, gelenek/sel/cilik, tutuculuk, İslam düşüncesi/dinî düşünce, İbrahimî dinler, dinlerin aşkın birliği, dinlerarası diyalog, İslam mistisizmi, vs. vs.
Acilen fark edilmesi gerekir ki, bu ve benzeri kavramları böylesine aymaz bir biçimde kullanmak –görünüşte sağladığı iletişim/ifade kolaylığı karşılığında– bilinç ve algı sistemimizi dönüştürüyor, yeni baştan inşa ediyor.
İmam Ahmed, Müslim, İbn Hibbân, el-Hâkim ve daha başkalarının Ebû Hureyre (r.a)’den rivayet ettiği –değişik lafızlarla gelen– bir hadiste tam da bu duruma işaret edilerek şöyle buyuruluyor: “Ahir zamanda ne sizin, ne de babalarınızın duyduğu sözler söyleyen insanlar olacak. Onlardan uzak durun!”
Her ne kadar bu hadisi Müslim, “Zayıf Ravilerden Rivayette Bulunmaktan Sakındırma Ve Böyle Rivayetleri İhtiyatla Karşılama” babında (“Mukaddime”, 6) ve İbn Hibbân “Ahir Zamanda Rivayet ve Haberlerde Yalanın Ortaya Çıkacağının Haber Verilmesi” başlığı atında (XV, 168) vermişler ise de, hadisin metninde geçen “yuhaddisûne” kelimesinin, ıstılahî anlamıyla “hadis rivayet etmek” dışında, sözlük anlamıyla “söz söylemek” şeklinde anlaşılması da mümkündür.
Nitekim derin vukufiyetleriyle İbn Receb ve el-Münâvî de hadisi, kavramların muhafazası anlamını da ihtiva eden geniş bir yelpaze içinde ele almışlardır.
İbn Receb, Câmi’u’l-Ulûm‘da (239-40) şöyle der: “Yani onlar, mü’min kalplerin yatışmadığı ve tanımadığı şeyler söyleyecek. Hadisteki “ne sizin, ne de babalarınızın…” ifadesi, aradan çok uzun zaman geçmiş olmasına rağmen bilgisi mü’minler nezdinde yerleşik hale gelmiş olan şeyin “hak” olduğuna, bundan sonra ihdas edilen ve kalplerin yatışmadığı şeyde ise hayır bulunmadığına işarettir.”
el-Münâvî de Feydu’l-Kadîr‘de (IV, 132) hadisi, adeti olduğu üzere “memzûc” bir şekilde şöyle şerh eder: “Ahir zamanda ümmetimden alim olduklarını iddia eden (ve) ne sizin, ne de babalarınızın duyduğu yalan hadisler, bid’at hükümler ve bozuk akideler türünden sözler söyleyen insanlar olacak…”
Sahîhu Müslim şerhleri arasında gerçekten müstesna bir yeri olan Fethu’l-Mülhim sahibi Şebbîr Ahmed el-Osmânî de, hadise dair yaptığı kısa açıklama meyanında (I, 356), “Yani Müslümanlar’ın seleften halefe tanıyageldikleri arasında bulunmayan şeyler söyler ve rivayet ederler…” der.
İmam Ahmed’in bu hadisi el-Müsned‘de zikrettiği iki yerden birindeki (II, 349) varyant da esasen benim tercih ettiğim anlama tarzını destekler ifadelerle gelmiştir: “Ümmetim arasında ne sizin, ne de babalarınızın duyduğu, sonradan ihdas edilmiş sözler söyleyen (yuhaddisûnekum/ye’tûnekum bi bid’in mine’l-hadîs) deccallar ve yalancılar olacak. Onlardan uzak durun ki sizi fitneye düşürmesinler.”
Hadiste ifade edilen kimselerin insanları fitneye düşürme tarzı, söyledikleri sözler marifetiyle gerçekleşeceğine göre, seleften halefe tevarüs edilegelen kavramların dünyamızdan çekilmesine sessiz kalmak, fitneyi onaylamakla aynı anlama gelecektir. Bu bakımdan İslamî konularda konuşup yazanların, bize yabancı kavramların zihinleri istila etmesine –istemeden de olsa– katkıda bulunmamaya azami dikkat göstermesinin elzemiyeti ortadadır.
Milli Gazete – 22 Nisan 2004