Yoksa “kafa karışıklığı” mı demeliydim!
Bu ülkede Yahudilik ve Hristiyanlık üzerine yazılanları hep teenniyle, ihtiyatla karşıladım, sözümü ulaştırabildiğim insanlara da bunu tavsiye ettim. Zira ilahiyat fakültelerimizde Dinler Tarihi başlığı altında yazılanların da okutulanların da büyük çoğunluğu Batı’da kaleme alınmış çalışmaların uyarlamasından ibarettir. İnsanlık tarihini kendi tarihinden ibaret gören Batılı anlayış, bu alanı da kendi bakış açısını ve kavramlarıyla işlemiş, “bilimsel çalışma”yı format ve muhteva olarak “Batı standartları”na endeksleyen geri kalmış ülkenin kopyacı aydını/entelektüeli de onu alıp sadece ufak-tefek rötüşlarla kendi hedef kitlesine sunmayı marifet saymıştır… Bunun istisnaları yok mu? Elbette var. Ancak onlar “istisna” olmaktan çıkıp “kaide”yi oluşturma aşamasına gelecek kemiyet ve keyfiyeti ne yazık ki henüz yakalayamamıştır…
Bu köşede zaman zaman Dinler Tarihi’ne değiniyorum; değinirken de yukarıda okuduğunuz türden yakınmaları dile getirmekten kendimi alamıyorum. Bu yakınmanın haklı olup olmadığı noktasında yeni bir değerlendirme yapma imkânına sahip olacaksınız Nazif Gürdoğan hocanın yazdıklarına şahit olunca.
Hocanın 6 Temmuz tarihli Yeni Şafak’taki köşesinde, –belli ki– Prof. Dr. Ali Erbaş’ın Hıristiyanlıkta Reform ve Protestanlık Tarihi isimli kitabı ekseninde kaleme aldığı “Kutsal Kültürde Protestanlık” başlıklı yazıda müşahede ettiğimiz durumu “kafa karışıklığı” mı yoksa “kavram kargaşası” olarak mı nitelemek gerektiğinin kararını siz verin.
Şöyle diyor hoca: “Yahudilik kendisinden sonra geldiği için Hıristiyanlığı, Hıristiyanlık da kendisinden sonra geldiği için Müslümanlığı kabul etmez. Müslümanlık ise, kendisinden önce gelen Yahudilik ve Hıristiyanlığı kabul eder, peygamberlerine ve kitaplarına saygı gösterir ve onları kitaplı, tek tanrılı dinler olarak nitelendirir…”
Burada gözümüze ilişen ilk nokta: Müslümanlığın Yahudiliği ve Hristiyanlığı “kabul etmesi” meselesi. İşbu kabul ediş, “varlığını” kabul ediş ise, bunun malumu ilamdan öte bir anlamı yok. Üstelik “vakıayı kabul” anlamında bu durumun Yahudilikle Hristiyanlığa tahsis edilmesinin hiçbir anlamı yok.
Yok, eğer bu kabul ediş, “muhtevasını onaylama” anlamında ise, bunun İslam’ın kaynaklarına dayandırılması mümkün olmayan modern bir hurafe, batıl bir görüş olduğu aşikâr.
Yukarıdaki paragrafta dikkat çeken ikinci nokta ise, “… peygamberlerine ve kitaplarına saygı gösterir…” cümlesinin anlattığı durum. Burada kast edilen Hz. Musa ve Hz. İsa (ikisine de selam olsun) ise, bu iki muazzez peygamberin, Yahudiliğin ve Hristiyanlığın değil İslam’ın peygamberi olduğu Kur’an ve Sünnet nasslarının hiçbir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ortaya koyduğu bir hakikat. Bu cümlede anlatılmak istenen, Yahudilerce peygamber olarak kabul edilen Yeremya ve Hristiyan inancında peygamber olarak kabul edilen Pavlus gibi isimlekrse, İslam’ın bunların peygamberliğini onaylamadığı, bunların olsa olsa Efendimiz (s.a.v)’in vefatından sonra mantar gibi türeyen “yalancı peygamberler” olarak tavsif edileceği açık.
Esasen Hristiyanlık’ta Hz. İsa (a.s)’ın “peygamber” olarak değil, “üç uknum”dan biri olarak kabul edildiği, üzerinde ayrıca durmaya ihtiyaç duymayan açık bir gerçek.
Bir diğer husus, “Bu bağlamda Hristiyanlık içinde Protestanlık, Müslümanlıktan etkilenen bir “İbrahim Peygambere dönme” hareketidir. Kutsal kültürün üç büyük inancının “Ortak Peygamberi” Hz. İbrahim’dir” cümlesi.
Protestanlığın İslam’dan etkilendiği iddiasının Müslüman araştırmacılar tarafından gerekli ciddiyetle tartışılan bir mesele olduğunu ileri sürmek hayli zor. Belki Katolikliğin, Protestan inancının müslümanlardan etkilenilerek oluşturulduğu tarzındaki iddia bu bağlamda ele alınmayı daha fazla hak ediyor.
Ve son nokta, şu “kutsal kültür” tabiri. “Kutsal”ın ölçüsü nedir? Bir şeyi “kutsal” yapan amiller nelerdir? Bu ve benzeri sorular bu bağlamda şüphesiz temel bir belirleyiciliğe sahiptir. Ama kestirmeden şunu söyleyelim: Kutsiyetin kaynağı vahiydir. Vahiy Yahudi ve Hristiyanların inancını onaylamadığına, küfür/batıl olarak nitelendirdiğine göre onların inançtan kaynaklanan kültürüne hangi gerekçeyle “kutsal” etiketi yapıştırabiliriz? Eğer Yahudilik ve Hristiyanlık kutsal ise İslam değil, eğer İslam kutsal ise onlar değil.
Söylenmesi gereken daha çok şey var; ama bu köşenin sınırları ne yazık ki ancak bu kadarına müsaade ediyor. Belki başka vesilelerle bu konuya ileride tekrar döneriz…
Milli Gazete – 9 Temmuz 2011