Önceleri “Faizsiz Finans Kurumları” olarak adlandırılan, daha sonraki bir düzenlemeyle isimleri “Katılım Bankaları” olarak değiştirilen finans kurumlarının İslamî hassasiyet sahibi kitleler nezdinde farklı bir yeri olduğu malum. Ticarî/malî işlerini faize bulaşmadan yapmayı tercih eden, daha doğrusu bunu bir “yükümlülük” bilen kitlelerin hassasiyetinin bu kuruluşları ayakta tutan en önemli unsur olduğunu söylemek gerçeğin ifadesi olacak.
Bununla birlikte yine aynı kesimlerin, bu kurumların çalışma şekli ile ilgili olarak “tam” bir itmi’nan sahibi olduğunu söylemek zor. Bu noktada söz konusu kurumların çalışma tarzını tesbit eden yasal düzenlemelerden kaynaklanan sıkıntılar bulunduğu söylenebilir.
Evet, gerek ekonominin genel-geçer kuralları olarak kabul edilen hususlar, gerekse bu kurumların tabi olduğu mevzuat şimdilik daha iyisinin, halkın inancında ve vicdanında “meşruiyet” sıkıntısı olmayan uygulamaların yapılmasına elvermiyor olabilir. Bunu anlamak mümkün.
Ama bir noktayı ihmal etmeyelim: Bu kurumların esas hedef kitlesini teşkil eden İslamî hassasiyet sahibi kitleler, bu kurumlardan, herhangi bir “banka”dan gördüklerinden daha farklı bir muamele bekliyor. Bu hem insanî ilişkiler bakımından, hem de ticarî/malî ilişkiler bakımından böyle.
Genelleme yaparak hepsini zan altında bırakmayalım; ama söz konusu katılım bankalarının “bir kısmının”, hedef kitlelerinin hassasiyetleriyle hiç de örtüşmeyen politikalar izlediği, faizle çalışan bankaları aratacak uygulamalar yaptığı kimsenin gizlisi değil.
Gün geçmiyor ki şu tarz yakınmalara muhatap olmayalım: “Hocam ev/araba almak için bir falanca katılım bankasına, bir de faizle çalışan filanca bankaya gittim. Alacağım paraya mukabil ödeyeceğim para noktasında iki kurum arasında bariz bir farklılık var. Finans kurumu, faizle çalışan bankaya göre yüzde şu kadar daha fazla talep ediyor. Ne yapayım?”
Eğer aynı ekonomik şartlara muhatap iseler aradaki bu farkın nasıl bir izahı yapılabilir?
Şahsen ben yukarıda örneğini zikrettiğim türden yakınmalara her muhatap olduğumda bir ikilem arasında sıkıştığımı hissediyorum. Bir yanda insanımızı faizin uğratacağı maddi ve manevi yıkımdan uzak tutma endişesi, diğer yanda insanımızı gerçekten “istismar” anlamına gelecek uygulamalara muhatap kılmış olmanın sancısı…
Sözü edilen fark, kimi durumlarda talep edilen miktarın yüzde 10’unu, hatta i5’ini bulabiliyor. Söz gelimi kurumdan talep edilen meblağ 100 bin lira ise, faizle çalışan bankaların çıkardığı geri ödeme miktarı 150, katlım bankasınınki 165-170 bin lira olabiliyor.
Bu durum, katılım bankasının, son derece samimi ve iyi niyetli olduklarını bildiğimiz (şube müdürleri dahil) çalışanlarını da zor durumlarda bırakıyor. Bu sıkıntının izahını yapmak için ne terler döktüklerini biliyorum. Ama bu durumun tepe yönetimlerinin pek umurunda olmadığı aşikâr.
Tekraren söyleyeyim; bütün katılım bankalarını zan altında bırakmak gibi bir kastım yok. Onlardan bir kısmı son derece yapıcı, anlayışlı ve inisiyatifli davranıyor. Sözüm, müşterileriyle arasına duvarlar ören ve çalışanlarından çalışma sistemine ve şartlarına kadar –adları dışında– hemen her yönüyle faizle çalışan bankalara dönüşmekte olan “bir kısım” katılım bankalarına. Hem Allah’tan korkmak, hem de kuldan utanmak lazım…
Milli Gazete – 9 Nisan 2011