Karaman hocanın, çağımızda tartışma konusu haline getirilmiş birtakım hükümler hakkındaki tavrının büyük ölçüde mevcut modern anlayışın belirleyiciliğinde şekillendiği dikkat çekiyor. Modernizm karşıtı bir konumda bulunduğunu sıklıkla dile getiriyor olsa da, ele aldığı konulara yaklaşım biçiminde kendisini açıkça ele veren nokta, hocanın da modern çağın ağır psikolojik baskısını hissediyor oluşu.
Bu söylediklerimin gerçeği yansıtmadığını düşünenlere, hocanın ilk yazıda zikrettiği, İngiltere’de çeşitli grupların katıldığı tartışma programı konusundaki değerlendirmeyi tekrar okumasını tavsiye edeceğim. O tartışmada –ki benzeri ortamlarda hemen hepimiz bir şekilde bulunmuşuzdur– anahtar kavram “şiddet”tir. Siz meselelerinizi bu kavramın belirleyiciliğinde konuşmayı kabul ettiğiniz anda başkalarının algı ve düşünme tarzını kabul etmiş oluyorsunuz. Bu da sizi getirip, bu algı ve düşünme tarzıyla çatışma teşkil eden İslamî hükümlerin gerçekten “İslamî” olup olmadığını tartışma noktasına bırakıyor.
Ele aldığınız hükümleri uygularsınız ya da uygulamazsınız, yahut onları bu çağda uygulanabilir bulursunuz ya da bulmazsız, bu ayrı bir mesele. Ama onları, İslam’dan tard etmeye, “bugün uygulanamaz, öyleyse İslam’da olmamalıdır” gibi bir anlayışın dışa vurumu olarak eleme/ayıklama işlemine tabi tutmaya da hakkınız olmamalıdır. Bunu yapan Muhammed Ebu Zehra da, Yusuf el-Karadâvî de, ez-Zerkâ da olsa fark etmez.
Söz konusu tartışma bağlamında hocanın söylemesi gereken şuydu: O programda Müslüman katılımcılara “İslam’da şiddet var mıdır” sorusunu soran gayrimüslimlerin tuzağına düşmemek gerekir. Öncelikle yapılması gereken şey, işbu “şiddet” kavramının kendisini tartışmaktır. Bir davranışın, hükmün, uygulamanın “kime ve neye göre şiddet” olduğuna kim karar verecektir? ABD dahil pek çok “çağdaş” ülkede halen yürürlükte olan idam cezası “şiddet” kavramının kapsama alanı içinde midir? Kur’an’ın “bizim için hayat içerdiğini” belirttiği “kısas” hükmünü, “Sahabe ya da daha sonraki nesiller için onda hayat olabilir, ama biz onda “şiddet” buluyoruz” diyerek red mi edeceğiz? Esasen sizin “şiddet” kelimesiyle olumsuz bir anlam yüklediğiniz şeylerin, kaynağı, gerekçeleri, felsefesi ve sonuçları bakımından gerçekten negatif bir durum arz ettiğini söyleyebilir miyiz?
Savaşa gönderilecekler arasında yer alabilmek için boyu uzun görünsün diye ayaklarının ucuna basarak yükselen çocuk yaştaki sahabîleri anlatırken gözlerimiz dolar da, bunun “çağdaş” anlayışta “çocuk istismarı” ya da “çocukların şiddete maruz bırakılması” denen şeye tekabül ettiği söylendiğinde duvara toslamış hissederiz.
Yeri geldiğinde göreceğimiz gibi, recm uygulamasını hadislerle sabit olduğu için reddeder, ya da “ta’zir” kapsamında görürsünüz. Ama iş Kur’an nassıyla sabit “hadd-i sirkat”e geldiğinde ne yapacaksınız? “Çağdaş” anlayış hiç tereddüt etmeden bu cezanın da “insan onuruyla bağdaşmadığını”, “şiddet içerdiğini” dolayısıyla “insanlık dışı” olduğunu söyleyecektir. Bu durumda ne yapacaksınız? “Hadd-i sirkat” hükmünün “tarihsel” olduğunu mu söyleyeceksiniz, yoksa esasen bunun da “hadd” değil, “ta’zir” olduğunu söyleyerek ondan kurtulmayı mı tercih edeceksiniz? Bu durumda “çarpılma” dediğiniz modernizmi besleyen/tahkim eden bir duruş sergilemiş olmayacak mısınız? Bu gidişin sonu nereye varacak?..
Bir sonraki yazıdan itibaren hocanın ele aldığı somut meselelere geçelim.
Devam edecek.
Milli Gazete – 6 Eylül 2010