Recm cezasıyla ilgili bir kısım hadislerde Efendimiz (s.a.v)’in, bekârlar için 100 sopa yanında sürgün, evliler (daha doğrusu “muhsan” olanlar) için de recmden önce 100 sopa cezası getirmiş olmasından hareketle Karaman hocanın recm konusunda söylediklerinin dayanağını teşkil eden Kur’an Yolu isimli tefsirde bir genelleme yapılıyor ve şöyle deniyor: “… yani Kur’an’da olan ceza had, sünnetin getirdiği ilave ceza ise ta’zir olarak değerlendirilmiş olmaktadır.”
Bu hüküm cümlesinin kurgusuna hakim olan elastikiyet, meselenin iki farklı tarzda anlaşılmasını mümkün kıldığı için özel bir dikkati hak ediyor.
Bu cümleyi bağlamın tamamına irca ederek paragrafın tamamı hakkında bir “sonuç cümlesi” olarak anlayacak olursak ortaya şöyle bir anlam çıkıyor: Kur’an’ın getirdiği 100 sopa cezası “hadd”, Sünnet’in getirdiği recm cezası “ta’zir”dir! Bu çıkarsama doğru ise, ki hocanın bu kanaatte olduğu açık, bu netice ile mukaddimesi arasında kocaman bir tutarsızlık ve boşluk bulunduğunu söylememiz gerekiyor. Zira her ikisi de “hadd” nevinden olan Kur’an’la sabit 100 sopa ve Sünnetle sabit recm cezasına ilave olarak Sünnet’in öngördüğü –bekârlar için– sürgün ve –evliler için– 100 sopa ilave cezalarının “ta’zir” olduğunda şüphe yok. Burada dikkatten kaçırılmaması gereken nokta, Sünnet’le sabit recm cezasının “ta’zir” olduğunu hiçbir müçtehidin söylememiş olmasıdır. Bir diğer ifadeyle, Sünnet’le sabit recm cezasının “hadd” olduğunda bütün müçtehidler ittifak ettiği halde hocanın aktardığı, “sünnetin getirdiği ilave ceza ise ta’zir olarak değerlendirilmiş olmaktadır” cümlesi müçtehidlerin recm cezasını da “ta’zir” olarak değerlendirdiğini ima etmektedir.
Buna mukabil, mezkûr cümleyi bir önceki cümleye bağlayarak anlayacak olursak, İmam Ebû Hanîfe’nin, bekârlar için Kur’an’ın getirdiği 100 sopa cezasının “hadd”, buna ilave olarak Sünnet’in getirdiği sürgün cezasının ise “ta’zir” olduğunu söylediğini anlayacağız. Doğru olan da budur. Ancak burada da hoca bakımından şöyle bir problem ortaya çıkıyor: İmam Ebû Hanîfe’nin –ve daha başkalarının– bu tesbiti, recmi “ta’zir” olarak değerlendirebileceğimiz anlamına kesinlikle gelmiyor. Dolayısıyla bu cümle hocanın maksadına hizmet edecek bir mahiyeti haiz değil!
Recm bahsinde hocanın Muhammed Ebû Zehra’dan naklettiği anekdotun da kendisine bir fayda sağlamayacağı açık. Zira Ebû Zehra, Yusuf el-Karadâvî’nin –hocanınkiyle paralellik arz eden– görüşünü de kabul etmiyor ve recmin esasen Kur’an tarafından tamamen kaldırılmış bir ceza olduğu görüşünü savunuyor. Dolayısıyla recmin mensuh bir hüküm değil, “ta’zir” de olsa yürürlüğü devam eden bir uygulama olduğunu savunan hocanın, Ebû Zehra’dan naklettiği gerekçelere de mukabelede bulunmak gibi bir mükellefiyeti vardır!
Her ne kadar Ebû Zehra’nın gerekçelerine hoca mukabelede bulunmamış ise de, tutarlı olmak adına biz bu üç gerekçeyi zikredelim ve kendi durduğumuz nokta bakımından verilmesi gerekli cevapları kısaca zikredelim.
Ebû Zehra, recmin mensuh bir hüküm olduğu görüşüne şu hususları delil gösteriyor:
“1. Allah Teala Nisa suresinde, hür olmayan insanların zinasının cezası, hür olanlara verilenin yarısı kadardır” buyuruyor. Recim bölünemez bir ceza olduğuna göre cezadan maksadın yüz sopa olduğu ortaya çıkıyor.
“2. Buharî’nin naklettiği bir rivayette Abdullah b. Evfâ’ya, “Recim, Nur suresi gelmeden önce mi yoksa sonra mı uygulandı?” diye soruluyor, “Bilmiyorum” cevabını veriyor. Şu halde recim uygulamasının, yüz sopa uygulamasını getiren Nur suresinden önce olması ve bu sure gelince onun kaldırılmış bulunması kuvvetle muhtemeldir.
“3. “Recim cezası ayet olarak Kur’an’da vardı, lafız olarak kaldırıldı, ama hükmü kaldırılmadı” şeklindeki rivayeti akıl ve mantık kabul etmez; hükmü kalacak olan bir ayetin lafzı niçin kaldırılsın?!”
Devam edecek.
Milli Gazete – 18 Ekim 2010