Bir önceki yazıda, yazarları arasında Karaman hocanın da bulunduğu Kur’an Yolu isimli tefsirde zina fiiline verilecek ceza üzerinde durulurken Usul zemininde hareket edildiğini gördük. “Ayetler arasında nesh, tahsis ilişkisi bulunduğunu, ayetlerin açıklamaya muhtaç kısımlarının Sünnet tarafından açıklandığını…” dile getiren ifadelerin budan başka bir anlamı yoktur.
Dolayısıyla hoca, tutarlı olmak için recm meselesini tartışırken de Usul zemininde hareket etmek durumundadır. Nitekim hocaya sorsanız, “Hırsızlık suçunun cezasını düzenleyen 5/el-Mâide, 38 ayetinde geçen “es-sâriku ve’s-sârikatu…” ifadesi bütün hırsızları kapsamakta mıdır?” diye, size “Hayır” diyecektir. Sebebini sorduğunuzda da el kesme cezasının uygulanabilmesi için suçta birtakım unsurların bulunması gerektiğini söyleyecektir. Bir başka ifadeyle buradaki “erkek hırsız ve kadın hırsız” ifadesi umumîdir ve milyarlar çalanı da, topluiğne çalanı da kapsamaktadır. Hırsızlık suçunun hangi hallerde el kesme cezasıyla tecziye edileceği Sünnet tarafından belirlenmiş ve Kur’an’ın bu ayetinin getirdiği mutlak hüküm, belli kayıtlarla takyid edilmiştir.
Sünnet’in Kur’an’ın umumunu tahsis, mutlakını takyid ettiği hoca tarafından da kabul edildiğine göre, zina fiiline Kur’an tarafından getirilen müeyyidenin Sünnet tarafından tahsis edildiğini söylemenin ne manisi olabilir?
Kaldı ki hoca da Kur’an’daki hükmün bekâr zanilere mahsus olduğunu, evli zanilere verilecek cezanın ise Sünnet tarafından belirlendiğini kabul etmekte ve fakat bunun “hadd” (değişmez ceza) değil, “ta’zir” olduğunu söylemektedir. (Daha evvel bu tesbitin tutarsız yanları üzerinde durmuştuk.)
Öyleyse hocanın, “4/en-Nisâ, 25. ayette mümin câriyelerle ilgili olarak, “Evlendikten sonra fuhuş yaparlarsa onlara, hür kadınların cezasının yarısı gerekir” meâlindeki ifade, hür ve evli kadınların zina cezalarının da yüz sopa olduğuna işaret etmektedir. Çünkü yüz sopanın yarısı uygulanabilir, fakat recim (ölüm) cezasının yarısından söz edilemez” gibi bir gerekçeye bel bağlaması söz konusu olamaz…
Hocanın, “recim cezasıyla ilgili bazı sorular ve problemler yok değildir” dedikten sonra gündeme getirdiği ilk iki maddenin durumunu kısaca görmüş olduk. Geriye kalan 4 maddenin üçünün, Efendimiz (s.a.v)’in recm cezası uygulamalarının hiç birisinde hazır bulunmadığını, asr-ı saadetteki recm vakalarının tamamında suçun, suçlunun itirafıyla sübut bulduğunu, zina suçunu kendi irade ve kararıyla itiraf ederek cezalandırılma (daha doğrusu “temizlenme”) talebiyle kendisine gelenleri Efendimiz (s.a.v)’in önce geri çevirmesi, ardından (tahkik maksadıyla) fiili işlediğinde aklının başında olup olmadığını, itiraf esnasında ne söylediğini bilip bilmediğini sorması… gibi hususları, bir de Mâ’iz (r.a)’ın ceza uygulanırken kaçmaya çalıştığı haber verilince Efendimiz (s.a.v)’in “Keşke bıraksaydınız” buyurmuş olmasını anlattığını görüyoruz. Hoca da pekala farkındadır ki, bu sayılanların hiç birisinin meselenin aslına hiçbir tesiri, yani recm cezasının “hadd” değil “ta’zir” olduğu davasına hiçbir faydası yoktur. Hatta tam tersine, ciddiyetle incelendiğinde bu sayılan hususların tamamının recmin “ta’zir” değil, “hadd” olduğuna delalet ettiği görülecektir. Öyle olmasaydı o Rahmet Peygamberi (s.a.v)’in, hayatında bir kere olsun –hem de “hafifletici sebep” sayılabilecek o kadar unsura rağmen!– evli zanilerin ta’ziriyle yetinip, recmin uygulanmayabileceğini göstermiş/söylemiş olması beklenirdi değil mi?!
Hoca, recm bahsinde mevcut bulunduğunu söylediği “sorular ve problemler” meyanında son madde olarak şu ifadelere yer veriyor: “Recim cezasını içeren hadiste Hz. Peygamber, “… Bekârlar için yüz sopa ve bir yıl da sürgün, evli veya evlilik geçirmiş kimseler için yüz sopa ve recim” ifadesini kullanmıştır (Müslim, “Hudûd”, 12). Müctehidler bu hadiste geçen cezaların ikisi hakkında farklı görüş, anlayış ve değerlendirme ortaya koymuşlardır: 1. Kadının başka bir yere sürülmesi, 2. Recim yanında bir de sopa cezasının uygulanması. Hadiste bu iki ceza da yer aldığı halde bunlar uygulanmaz diyen müctehidler olmuştur. Hatta Ebû Hanîfe’nin, “sürgün cezasının had (değişmez, kanunî ceza) değil, uygulaması yöneticilere bırakılmış ta’zir cezası nevinden olduğunu” söylediği nakledilmiştir (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, I, 358); yani Kur’an’da olan ceza had, sünnetin getirdiği ilâve ceza ise ta’zir olarak değerlendirilmiş olmaktadır.”
Bir sonraki yazıda bu ifadenin tahlili üzerinde duralım.
Devam edecek.
Milli Gazete – 16 Ekim 2010