Yiğit’in bir yandan “Birçok ilim adamının da kabul ettiği gibi, kadınların geneli bakımından unutkanlık, erkeklere nispetle daha fazla söz konusu olmaktadır” (s. 92) derken, diğer yandan ilgili hadise itiraz etmesi de ayrı bir çelişki olarak dikkat çekmektedir.
Zira eğer unutkanlığın kadınların geneli bakımından “hâlâ” geçerliliğini koruyan bir hususiyet olduğunu kabul edeceksek, Yiğit’in bizzat kendisinin biri çırpıda yıktığı bir anlayışı bütün makale boyunca savunmak gibi bir tutarsızlığa düştüğünü söylememiz kaçınılmaz olacaktır. Bu durumu, Yiğit’in “Bu tür yorumların hiç birisine katılmadığımızı ama buna karşılık kadınların genelde erkeklere nispetle yaratılış itibariyle daha duygusal olduklarını ve bu duygusallığın hukukî olaylarda göz ardı edilmemesi gerektiğini belirtmek durumundayız. Örneğin bir öldürme veya yaralama olayında genelde erkekler kadınlara göre daha soğukkanlı davranabilmekte ve olayı daha detaylıca gözlemleme imkanına sahip olabilmektedirler. (…) Bu tür suçlarda kadınların şahitliğini tamamen reddetme yerine erkeklere nispetle dikkatli davranılmasının adaletin gerçekleşmesi açısından daha uygun olacağı kanaatindeyiz… (s. 92) şeklindeki sözleri de teyit etmektedir.
Öte yandan Kur’an’ın kadın-erkek karşılaştırmasında kullandığı üslup, ilgili hadislerin “yok sayılması”nın çözüm olmadığını ortaya koymaktadır. Miras paylaşımı ve şahitlik dışında Bakara, 228 ve Nisa, 34 gibi ayetlerde kadına nispetle erkeğe yapılan vurguyu görmezden gelmek mümkün değildir.
Keza bir İslam hukukçusu olarak Yiğit’in, kadınların, yaratılıştan gelen özellikleri dolayısıyla tavsif ediliş biçimleriyle, “Bu mantıkla hareket edildiği takdirde nisap miktarı mali güce sahip olmadığı için zekât veremeyen, hac yapamayan müslüman fakirin dini de noksan olacaktır” (s. 92) diyerek fakirlik gibi “arızî” bir durumu birbirine kıyas etmesi de “teknik bir arıza” olarak öne çıkmaktadır.
Sonuç olarak bu yaklaşımın, Kur’an ve Sünnet nasslarını çağdaş (yani Batılı) anlayış ile uzlaştırma gayretlerinin spesifik bir tezahürü olduğu açıktır. Ancak “atladığımız” bir husus var: Diyelim ki kadınların şahitliği özel olayında Kur’an ayetlerini, hadisleri ve tatbikatı, yukarıda ele aldığımız noktalarda “çağdaş” anlayış ile hizalandırdık. Bu durum, bu özel olayda “çağdaş” anlayışı tatmin etmeye yetecek midir?
Söz gelimi birisi çıkıp, “Siz şahitlerde bir de “adalet” diye bir şart arıyor ve bunun için –gayrimüslim olmamak, büyük günah işlemiş bulunmamak… gibi– bazı ölçütler ileri sürüyorsunuz. Bunlar bugün için geçerli kabul edilemez” derse ne diyebiliriz? Yoksa “Ezmanın tegayyürü ile ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz” ilkesini bu noktada da çalıştırarak “adalet” ilkesine de bir “balans ayarı” mı çekeceğiz?
Yeri gelmişken Yiğit’in, bu ilkeyi, bütün ahkâma teşmil edilebilir tarzda ifadelendirmesine de katılmadığımı belirteyim. Kavaid kitaplarında ve şerhlerinde bu ilkenin çerçevesi açıklanmıştır ve Yiğit de bunun farkındadır.
Mart 2002 – Milli Gazete