Sultanahmet Camii’nin yakınında inşa edilmekte olan bir gökdelen inşaatının, camiin silüetini bozduğu gerekçesiyle durdurulması sevindirici bir gelişme olarak yorumlandı. Hemen söyleyelim ki Sultanahmet’in silüeti konusuna bu derece hassasiyet gösterilmesi sevindirici bir durum. Bu hassasiyeti önemsemek gerekir.
Kendi adıma söyleyeyim, bunun, bütün bedenini kanserli hücrelerin sardığı bir hastanın elindeki bir sivilcenin tedavisiyle uğraşmak kadar “ironik” bir görüntü oluşturduğunu düşünüyorum. Bir bütün olarak İstanbul’un silüetinin ne durumda olduğu gibi bir meselemiz yoksa, Sultanahmet’in silüetini kurtarmanın tek başına çok fazla bir anlam ifade etmeyeceği açık.
İstanbul’un genel görüntüsünü düşündüğümüzde problemi sadece Sultanahmet’in silüetiyle sınırlandırmak nasıl mümkün değilse, genel olarak şehirlerimizin durumunu düşündüğümüzde de problemi İstanbul’un silüetiyle sınırlamak mümkün değil.
Soru şu: Sultanahmet’in silüetini niçin önemsiyoruz?
Eğer cevap “tarihi dokunun korunması” ise, şehirlerimizi bir heyula gibi kuşatan sıra sıra bloklardan oluşan siteler, çok katlı binalar, gökdelenler, sanki ezmek için insanın üstüne üstüne gelen bu binalar neyin nesi? Bunlar tarihi dokumuzla, medeniyet anlayışımızla, şehir tarzımızla çok mu örtüşüyor?
Bu şehirler, eciş-bücüş yapısıyla estetik duygusunun canına okusa da cami silüetleri (tabii ki tarihi olanlar onlara benzeyenler dışındakileri kastediyorum) olmasa şehirlerimizin Müslüman şehirleri olduğunu söylemeye bin şahit lazım.
Binaların sadece silüetleri değil içimizi burkan. Evlerimiz içi, dizayn tarzı, planı… hangisi bizim gerçeğimizi yansıtıyor ki! İnsan içinde bulunduğu mekânla bütünleşen bir varlık. Kendisi mekâna hususiyet kazandırdığı gibi, mekândan da etkiler alıyor. İçinde yaşadığımız mekânlar bize nasıl bir hayat tarzı telkin ediyor diye bir meselemiz olmalı yani..
Dolayısıyla muhafaza etmemiz gereken sadece şehirlerimizin silüetleri değil; insanımızın ruhunu, estetik zevkini, tarih ve kültür bilincini de muhafaza, buralarda tahrip olmuş alanları tamir ve aslına irca etmekle mükellefiz. Bunlar olmadan, dış görüntüye yoğunlaşmanın turizme yönelik bir faaliyet olmaktan öte çok fazla bir anlamı yok gibi geliyor.
Medeniyet dediğimiz de bundan başkası değil zaten. Mekânı, zamanı ve insanı bütün olarak kucaklayan, bu üçüyle ilgili hiçbir alanı boş bırakmayan bir inanç, tasavvur, eylem ve pratik… Bunlardan birisi ihmal edildiğinde ortaya çıkacak olan manzara kesinlikle “arızalı” insan olacaktır…
Milli Gazete – 21 Kasım 2011