İlki ESAM (Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar merkezi) tarafından 19.’su düzenlenen ve Müslüman Topluluklar Birliği Kongresi. Kongreye 15’ten fazla ülkeden 150 civarında temsilcinin iştirakiyle icra edilen kongrede İslam coğrafyasının belli başlı bölgelerinden kanaat ve cemaat önderleri, ilim ve siyaset adamları katıldı. Kongre, mezkûr isimlere sadece birbirleriyle görüşme konusunda değil, aynı zamanda ortak arzu, problem ve tesbitlerini dile getirme konusunda da önemli bir imkân sunuyor 19. kez.
Toplam 3 gün (27-29 Haziran) süren kongrede tebliğler sunuldu, müzakereler ve değerlendirmeler yapıldı, mesajlar verildi. Güney Afrika’dan İran’a, Tunus’tan Malezya’ya… İslam coğrafyasının dört yakasını bir araya getiren bu etkinlik konusunda çok şey söylenebilir, farklı açılardan değerlendirmeler yapılabilir şüphesiz. Benim kanaatim şu: Felç olmuş, reflekslerini kaybetmiş bir insanın iyileşme sürecinde kendi bedenini adeta yeniden keşf etmesi gibi, İslam Ümmeti de kendisini yeniden fark ediyor. İmkânlarını, zaaflarını, güzelliklerini ve arızalarını değerlendirme iradesini fark ediyor.
“19. kere tekrarlanan bir faaliyet şimdiye kadar semere verme aşamasına gelmiş olmalı değil miydi?” diye sorulabilir. Doğrusu çok da yersiz bir soru olmaz bu. Ancak vakıaya kuşbakışı baktığımızda bunun bile önemli bir aşama olduğu görülüyor. Resmî anlamda hemen hiçbir katılımın söz konusu olmadığı, tamamen sivil bir inisiyatif olarak yürüyen bu tarz faaliyetlerin en önemli özelliği “dip dalga” halinde seyretmesidir. Görünürde pek bir etkisi yoktur ve fakat zihinlerde, kalplerde ve ruhlarda oluşturduğu etki yıllar sonra somut oluşumlar olarak kendisini fark edilir kılar.
Müslüman Topluluklar Birliği Kongresinin hemen ardından IYFO’nun iki gün süren Uluslar arası Müslüman Gençler Kültürel İşbirliği Toplantısı başladı. Orada da yine İslam Dünyası’nın dört bir yanından gelen Müslüman gençler buluştu. Tebliğler sunuldu, müzakereler yapıldı. Yerel ve küresel gündemler masaya yatırıldı.
Cezayir’den katılan bir gencin itirafını paylaşayım sizinle: Bu toplantıya ikinci kere katıldığını söyleyen ve “el-Osmânî” nisbesini özellikle öne çıkartan genç, daha önce Türkiye’yi tamamen Batılılaşmış bir ülke olarak düşündüğünü, uçaktan İstanbul’un silüetine damgasını vuran camileri görünce hayli şaşırdığını söyledi.
Elbette Türkiye’ye, burada olup bitenlere dışarıdan bakanların değerlendirmelerinde yer yer isabetsizlikler, ya da “tesbit görüntülü temenniler” olacaktır. Aynı durumu şu veya bu biçimde biz de “içeride” yaşıyoruz. Bunu çok fazla önemsememek gerektiğini düşünüyorum. Son tahlilde önemli olan, Türkiye’deki en küçük bir hareketin İslam dünyasında domino etkisi yapıyor olması. Bunuiyi görmek zorundayız.
Her iki toplantının akılda kalan en önemli yanı ne oldu derseniz şunu söyleyebilirim: Yerel gündemler farklı olsa da küresel gündemler aynı. Küresel dost ve düşman algısı, gidişat hakkındaki düşünceler ve hedefler aynı. Ve bütün katılımcıların ortak umudu, Türkiye’nin “aslî mecrasına ve misyonuna” dönmesi. Görünen o ki, dış ve iç kaynaklı her türlü manipülasyona, her türlü zorlama istikamet tayinlerine rağmen sevk-i ilahî, Türkiye’yi İslam dünyasının tabii lideri olma noktasına doğru götürüyor.
Bir ikinci husus, Müslümanların kendi aralarındaki iletişimde bile Arapça, Türkçe veya bir başka “İslamî” dilden daha fazla İngilizce’yi kullanıyor olması gerçekten küçük düşürücü ve tezat oluşturucu bir durum…
Kim ne derse desin ve kısa vadede gelişmeler hangi istikamette seyrederse etsin, uzun vadede sular tabii mecrasına mutlaka dönecektir. İslam dünyasında, merkezinde Türkiye’nin olmadığı hiçbir hareketin kalıcı olma ve sonuç getirme şansına sahip olamadığını anlamak için yeterince tecrübemiz var.
Not:
Sözünü ettiğim iki toplantının getirdiği yoğunluk sebebiyle Cumartesi ve Pazar yazılarını yetiştiremedim. Özür ve helallık dilerim.
Milli Gazete – 31 Mayıs 2010