İsra ve Miraç Üzerine Notlar

Ebubekir Sifil2005, Gazete Yazıları, Mayıs 2005

Efendimiz (s.a.v)’in en büyük mucizelerinden birinin, modern zamanlarda hadislerin güvenilmezliği tezi üzerinden Sünnet‘e soru işaretleriyle yaklaşan bir tavra mesnet oluşturması gerçekten calib-i dikkat bir husus.

İsra ve Miraç, pek çok anlam ve mesaj içeren kutsî bir yolculuğun birbirini bütünleyen iki merhalesidir ve ilki Kur’an nassıyla sabit olduğu için inkârı dinden çıkmayı getirir. İkincisi ise muhakkık ulemaya göre meşhur seviyesinde rivayetlerle sabittir ve münkirini fasık, bid’atçi yapar.

Bu yolculuğun Miraç boyutu üzerine bugüne kadar söylenenler genellikle ya “saldırı” veya “savunma” mahiyetinde şeyler. Birileri Mirac‘ı “mekânsal” bir “yükseliş” olarak algıladığı için bu konuyla ilgili rivayetleri, Allah Teala‘ya yön ve mekân tayinine hizmet eder tarzda istihdam ederken, başka birileri yine aynı algı tarzıyla buna karşı çıkıyor ve “Allah mekândan münezzehtir; öyleyse bu rivayetler uydurmadır” diyerek rivayetlerin tezyifine yöneliyor.

“Madem ki Efendimiz (s.a.v) semaya yükselmiş, birtakım sema katlarını geçmiş ve daha “yukarılara” çıkmış, o halde burada “mekânsal” bir intikalden söz edilmelidir” mantığını her iki gayeye hizmet için de işletmek mümkün.

Öte yandan bu yolculuğun rüyada veya ruhsal olarak yapıldığını söyleyenler de –en azından bir kısmı– belki buna benzer bir “zorlanma” durumu içindeydi, kim bilir?!

(Bu bağlamda Hz. Aişe validemize ve Hz. Muaviye‘ye dayandırılan ve onların, Miraç olayının ruhen yaşandığını söylediklerini anlatan rivayetlerin problemli olduğunu hatırlamak gerekir. Bu nokta için şu adrese bakılabilir: http://www.ebubekirsifil.com/index.php?sayfa=detay&tur=gazete&no=16)

Zaman ve zamansallık, mekân ve mekânsallık Allah Teala hakkında cari olması söz konusu edilemeyecek hususlar olduğuna göre burada bütün bunları aşan bir olayla karşı karşıya bulunuyoruz demektir.

Acaba Miraç rivayetlerini, mekânı ve zamanı aşan bir yolculuğun, mekâna ve zamana bağ-ım-lı bir dünyanın imkânlarıyla ifade edilişi olarak okuyamaz mıyız diye düşünüyorum. Beşerin algı ve ifade kapasitesinin sınıra dayandığı bu –kelimenin bütün ağırlığıyla– “mucize” başka türlü nasıl ifade edilebilirdi?

Şüphesiz olay, onu yaşayan (s.a.v) bakımından değil, bizler bakımından bir “problem”dir. Özellikle de “maddî/fizik gerçeklikler”le sınırlı bir algı dünyasının modern mahpusları olan bizler bakımından…

Zira bizler bir mekândan ayrılmış olmayı, bir başka mekâna intikal olarak algılarız. Bu, aynı zamanda “zaman”la ilgili bir algı sistemidir de. Oysa zamanın ve mekânın sahibi, onları dürmeye de, yaymaya da, hatta hükümranlıklarını ta’tile de elbette kadirdir…

Kaabe kavseyn” meselesi gibi, “yanlış anlama”dan kaynaklanan yanlış yorumların yapıldığı noktalar da Miraç meselesi bahis mevzuu edildiğinde dikkat çekilmesi gereken hususlar arasında bulunuyor. Muhakkık ulema, Efendimiz (s.a.v)’in “iki yay mesafesi kadar veya daha yakın” olduğu varlığın Cebrail (a.s) olduğunu söylerken bu ifadenin Allah Teala‘nın zatı ile vuku bulmuş mekânsal bir “yakınlaşma”yı anlattığını söylemek kabul edilebilir değildir. Allah Teala ile “iki yay mesafesi veya daha yakın” olmanın manasızlığı ve dahi Efendimiz (s.a.v)’in Allah Teala‘yı görmediğini anlatan rivayetlerin mevcudiyeti, biraz tefekkür ile bu meselenin “mesele” olmaktan çıkarılabileceğini gösteriyor…

Bir diğer önemli husus da Efendimiz (s.a.v)’in bu kutsî yolculuk esnasında müşahede ettiği şeylerin izahı. Çeşitli gök katlarında karşılaştığı peygamberler, işledikleri bazı günahların karşılığı olarak çeşitli şekillerde azap çektiğini gördüğü kimseler, başkaları, bazı nehirler…

Sanıyorum burada “alem-i misal” merkezli izahlar üzerinde düşünmek faydalı olabilir. Belli sınırlar içinde tutulmadığı zaman yanlışlıklara sebebiyet vermeye müsait yapısı sebebiyle her ne kadar Zâhid el-Kevserî tarafından Şah Veliyullah ed-Dihlevî‘nin görüşleri bağlamında eleştiri konusu yapılmış ise de, “alem-i misal” kavramının, Miraç yolculuğu esnasında Efendimiz (s.a.v)’in yaşadığı bazı olayların beşer idrakine yaklaştırılması konusunda yardımcı olabileceğini düşünebiliriz.

Son olarak söylemek durumundayım ki, bu yazı, Miraç olayının, akıl ile, özellikle de “modern” akıl ile kavranması, ihata ve idrak edilmesi gerektiği düşüncesiyle kaleme alınmış değildir. İşin özü elbette mucizelerin akılla idrak edilemeyecek tabiatında gizlidir.

Benim burada üzerinde düşünmenizi önerdiğim hususlar, meselenin “Müslümanca” algılanışı sürecinde “problem” olarak takdim edilen/öne çıkan bazı noktaların yine “Müslümanca” halline yöneliktir.

Milli Gazete – 5 Mayıs 2005