“Literarüte “eş-Şurûtu’l-Ömeriyye” [1]Metni için bkz. İbn Asâkir, Târîhu Dimaşk, II, 177-84; el-Beyhakî, es-Sünenu’l-Kübrâ, IX, 202; İbn Kesîr, Müsnedu’l-Fârûk, II, 489; İbnu’l-Kayyım, … Continue reading diye geçen ve –el-Kevserî merhumun da vurguladığı gibi– kaynağını Sünet’ten alan uygulamaların en temel vasfı nedir?” diye sorulacak olursa, en kestirme cevap “Kimliğin muhafazası”dır. Müslümanlar’hla gayrimüslimlerin, birbirlerinin ibadetlerine törenlerine, bayramlarına… iştirak etmemeleri, birbirlerinin şiarlarını (kendine mahsus kılık-kıyafet ve alametleri) kullanmamaları ve diğer hususlar hep bu amacın gerçekleşmesine yöneliktir.
Belirtilmesi gerekir ki, bu uygulama sadece Müslümanlar’ın değil, diğerlerinin kimlik ve aidiyetlerinin muhafazasını da tazammun eder. Yüzyıllar boyunca İslam3i idareler altında yaşayan gayrimüslimlerin herhangi bir kimlik erozyonuna uğramadan günümüze kadar gelebilmiş olmasının başka hiçbir izahı yoktur. Gayrimüslimlerin idaresi altında yaşamak durumunda kalmış Müslümanlar’ın ne türlü dayatmalar altında kaldığını tarih en açık biçimde göstermiştir. Bugün de Batı Trakya’da ve sair yerlerde yaşayan Müslüman-Türk nüfusun isim değiştirmeye zorlanmaya kadar varan türlü dayatmalar altında ne türlü sıkıntılar yaşadığı herkesin malumudur.
Bu durum, içinde yaşadığımız (daha doğrusu bize şu veya bu biçimlerde dayatılan) hayatla İslamî uygulama arasındaki temel bir farkı ortaya koyuyor. Zira modern dönemde –bırakın Batı Trakya örneğinde olduğu gibi “azınlık” durumunda yaşayanları–, bizim gibi “bağımsız” ülkelerde bile topluma, emperyalist Batı tarafından “terbiye edilmesi gereken” toplumlar gözüyle bakıldığı, belli bir hayat tarzının, düşünme ve hatta inanma biçiminin dayatıldığı, toplumların ve insanların tektipleştirildiği inkâr edilmez bir gerçek. “Küreselleşme”nin vazgeçilmez bir unsuru da budur.
Bu durumun sebep ve sonuçları üzerinde belki daha sonra dururuz; burada vurgulamak istediğim husus, İslamî uygulama ile Baılı tarzın birbiriyle 180 derece zıddiyet arz ettiğidir.
Yusuf Kerimoğlu hocanın, diğer çalışmaları gibi, İslamî Hareketin Mahiyeti isimli kitabı da okuyucuya bu noktadan uyarıcı yoğun mesajlar veren bir özelliğe sahip. Kimliğimizi muhafazanın vazgeçilmez şartının kendi kavramlarımızla düşünüp konuşmak olduğu gerçeğinden hareketle bu çalışmada Kerimoğlu hoca, kendini “Müslüman” olarak tarif eden herkese doğru düşünmenin ve davranmanın yolunu gösteriyor.
Makasıdu’ş-Şeri’a’dan cemaat ve toplum meselelerine, siyasetten modern durum değerlendirmelerine kadar geniş bir yelpazede tarihi günümüze bağlayan, vukufiyet ve dirayetle yapılmış değerlendirmeler, çoğulculuk, hoşgörü, dinlerarası diyalog, medeniyetler arası ittifak, Ilımlı İslam… gibi zihin bulandıran kavram ve projeler bakımından tam bir “panzehir” niteliğinde.
Müslümanca düşünmek ve davranmak, öncelikle tasavvur dünyasının İslamî kavramlar üzerine inşa edilmesiyle mümkündür. İman-amel münasebeti etrafındaki bibliyografya, biraz da iman ile tasavvur arasında kopmaz bir bağ bulunduğu gerçeğini ortaya koymuyor mu?
Sonuç: Kimliğin muhafazası imanî bir meseledir ve ancak tasavvur dünyasının İslamî kavramlar üzerine kurulmasıyla mümkün olacaktır.
Milli Gazete – 9 Nisan 2007
Kaynakça/Dipnot
↑1 |
Metni için bkz. İbn Asâkir, Târîhu Dimaşk, II, 177-84; el-Beyhakî, es-Sünenu’l-Kübrâ, IX, 202; İbn Kesîr, Müsnedu’l-Fârûk, II, 489; İbnu’l-Kayyım, Şerhu’ş-Şurûti’l-Ömeriyye, 3-7. Prof. Dr. Mustafa Fayda, eş-Şurûtu’l-Ömeriyye’yi teşkil eden ahidnamenin Hz. Ömer (r.a)’e nisbetinin doğru olmadığını söylemekte, içeriğinin bir kısmını “zamanla ve çeşitli siyasî şartlar sonucu ortaya çıkan … değişiklik ve ilaveler” olarak değerlendirmiştir. İnşaallah yakında neşredilecek olan Hz. Ömer ve Nebevî Sünnet isimli çalışmamda bu değerlendirme üzerinde geniş bir şekilde durdum. |
---|