Bir süre önce yazılarından birisinde muhterem Ahmet F. Gün, İslamcılık konusunu yeniden gündeme getirdi ve kendisinin de bir İslamcı olduğunu belirterek kendi cephesinden İslamcılığın ne ifade ettiğini anlattı.
Söz konusu yazıdaki tarizleri, geçen ay bu konuda üç yazı yazmış olmam dolayısıyla üstüme alınmalı mıyım? Doğrusu iyi bir gazete okuyucusu olduğumu söyleyemem. Hatta benim için “gazete okuyucusu” bile denemez. Milli Gazete dışındaki gazeteleri okuduğum “nadir” de değil, “ender”dir. Dolayısıyla muhterem Gün’ün o yazısı başkasını hedeflemiş, ya da özel bir muhatap gözetilmeksizin yazılmış olabilir.
Ancak gerek muhtemel yanlış anlamaları önlemek, gerekse meselenin benim durduğum noktadan verdiği görüntüyü netleştirmek için bu yazıyı kaleme almadan edemedim.
Herşeyden önce belirteyim ki “İslamcılık” denen “şey” ile kendisine “İslamcı” diyen kimseleri birbirinden ayrı tutuyorum. Benim için Mustafa Sabri Efendi ile Seyyid Bey veya Elmalılı Hamdi Yazır ile Şemsettin Günaltay, İslam tarihini ve kaynaklarını okuma biçimleriyle olsun, ülkemizde hayata geçirilen modernleşme projesine bakışlarıyla olsun hiçbir zaman yanyana getirilemeyecek isimlerdir.
Bugün kendilerini “İslamcılık”a dahil ettiğimiz –geçen yüzyılda yaşamış– isimlerin tümü kendilerini “İslamcı” olarak tavsif etmişler midir, doğrusu bundan pek emin değilim. Bugün bizim onları “İslamcı” olarak nitelendiriyor oluşumuzun, onların tümünün İslam anlayışının aynı olduğunu ispata eytmeyeceği ise izahtan varestedir.
Şu halde geçtiğimiz yüzyıldaki şekliyle bize net bir fotoğraf vermediği için “İslamcılık”ı bütünlük arz eden bir yapı olarak oradan temellendirmek mümkün değil. Günümüzde de durumun bundan farklı olduğunu söyleyemeyiz. Açıkçası ben kendimi, mesela Ali Bulaç’ın tanımına oturan bir “İslamcı” olarak görmüyorum ve esasen modern zamanlara ait bir kavram olarak İslamcılık bana her zaman soğuk, ideolojik, derunî boyutu olmayan siyasal bir söylem olarak göründü.
Belki de bu meselenin en kestirme ve net çözümü, kendisine “İslamcı” diyenlerin, ya da böyle anılmaktan rahatsızlık duymayanların bu kavramdan anladıkları şeyi ortak bir zeminde deklare etmelerinde yatıyor. Ancak İslamcılar’ın ya da öyle olduğu söylenenlerin –tıpkı geçmişte olduğu gibi bugün de– böyle ortak bir anlayışta buluşabileceklerine ihtimal vermediğimi de belirtmeliyim. Ülkemizde yayımlanmakta olan ciddî periyodiklerde bu konu bir “özel sayı” olarak ele alınırsa mesele vuzuha kavuşacaktır.
Benim kendimi niçin “İslamcı” olarak görmediğimi ise Perşembe gününün yazısında izah etmeye çalışacağım.
20 Ağustos 2002 – Milli Gazete