Batılı değerlerin Batılı olmayan toplumlara ne sağladığı sorusunu sorarak bitirmiştik bir önceki yazıyı. Kasdettiğimizin eşitlik, özgürlük, adalet, kalkınma, gelişme, ilerleme… kelimeleriyle ifade edilen değerler olduğunu bir kere daha belirtmiş olalım.
“Bu değerlere “Batılı” demek ne kadar doğrudur?” sorusunun cevabını vererek başlayalım.
Bu kelimelerin, doğrusu artık onlara “kavram” demeliyiz, Batı’yı/Batı’ya ait olanı ifade etmediğini söyleme hakkını bir şartla elimizde bulundurabiliriz: Onların muhtevasını kendimiz belirlemiş, anlam çerçevesini kendimiz çizmiş olursak…
Durumun böyle olup olmadığını test etmenin de tek yolu var: Bu kavramların muhteva ve çerçevesinin bize ait değerler sistemiyle örtüşüp örtüşmediğine bakmak. Gerek onlara hayat veren arka-plan bakımından, gerekse pratikte ifade ettikleri anlam itibariyle bu kavramların bizim değerler sistemimizle –”örtüşmeyi” bırakın– eni-konu “çatışma” içinde olduğu aşikâr. Bu noktaya ancak değerler sistemimizi çarpıtarak itiraz edilebilir.
Tamamı üzerinde durmak mümkün olmayacağı için sadece “özgürlük” kavramına yoğunlaşalım: Batı’da azınlık statüsünde bulunan Müslüman nüfusun –hangi coğrafya ve etnik kökenden gelmiş olursa olsan– kendi dinî, millî, kültürel değerlerini hayatına arzu ettiği gibi yansıtma konusunda hiçbir engelle karşılaşmadığını söyleyemediğimiz açık. Yarım asrı aşan süreç içinde Batılı ülkelerin, ayak işlerini gördürmek üzere ülkelerine taşıyıp götürdüğü insanların asimilasyonuyla ilgili sıkıntılar yaşadığı, onların Batılı gibi olmama konusundaki dirençlerini içine sindiremediği malum… Kız öğrencilerin üniversitelerine serbestçe devam ettiği ve herhangi bir engellemeyle karşılaşmadığı ülkeleri unutmuş değilim. Sakallı ve tesettürlü öğrencilerin yanı sıra, Müslüman kimliğiyle öne çıkan siyasetçi, iş adamı, sanayici, sanatçı, bilim adamı, yazar… sayısında dikkate değer bir artış söz konusu olduğunda bu “özgürlükçü” tavrın, yerini takiplere, tacizlere, yasaklara ve engellere terk edeceğinden hiç şüpheniz olmasın. Dolayısıyla bu aşamada “tanınan” özgürlük, “kemiyet”le ilgilidir.
Bunu geçtik, günümüzde insanların kendi ülkelerinde bile nasıl yaşayacaklarına, siyasî, ekonomik, kültürel, sosyal… sahalarda hayatı nasıl dizayn edeceklerine kendilerinin karar verebildiğini söylemek mümkün değil. Irak’ta, Afganistan’da, Pakistan’da yaşananlar, Batılı’nın içine sindiremediği gelişmelere seyirci kalmadığının, gerekirse dünyanın her bucağına nizamat vererek her noktayı kontrol altında tutma azim ve kararlılığında olduğunun en bariz göstergesi.
Bunların hasılası şu: Batılının hazzetmediği bir hayat tarzınız varsa eğer, sizin onu yaşama konusunda herhangi bir özgürlüğünüz bahis mevzuu olamaz. Ya her değerinizi, tarzınızı, kabul ve reddinizi Batılı’nın tasdikinden geçireceksiniz, ya da onun size reva göreceği muameleye boyun eğeceksiniz. Üçüncü seçenek onun “terminatör” yüzüyle muhatap olmaktır.
Müslümanlar kendi değerlerini hayata geçirebilme özgürlüğüne ne kendi ülkelerinde ne de Batı’da sahip olabiliyorsa, “özgürlük” kavramı etrafında koparılan bunca gürültü, mangalda kül bırakmayan bunca söylem hakkında ne düşünmeliyiz?
Yukarıda, söz konusu kavramların bizim değerler sistemimizle örtüştüğünü ileri sürmenin ancak bir “çarpıtma” ile söz konusu olabileceğini söylemiştim. Özgürlük kavramı bağlamında yukarıda zikrettiğim hususları bizim tarihî tecrübemize götürdüğümüzde karşılaşacağımız, bizim gayrimüslimlere “tanıdığımız özgürlükler” olmayacaktır. Zira
1. Onların özgürlüğünü ihtiva eden hükümleri biz koymadık. Allah ve Resulü emretti, biz uyguladık.
2. Söz konusu uygulamalar zımnında onlara “sınırsız” bir özgürlük tanındığını söylemek doğru değildir. Elbette –bugün Batılı ülkelerdeki Müslümanların karşılaştığı ölçüde olmasa da– birtakım sınırlamalar vardır.
Not: Ramazan-ı şerif bütün Ümmet ve insanlık için hayır ve bereketler getirsin. Bu Ramazan’da da İslam Alemi ikiye bölündü. Mısır, Suudi Arabistan, Tunus, Cezayir, Somali, Endonezya, Filistin, Suriye, Lübnan (Sünnî kesim), Irak gibi ülkeler yanında, Fransa, Belçika, İspanya, Brezilya, Japonya… gibi ülkelerdeki Müslüman azınlıklar bugün (22 Ağustos Cumartesi) Ramazan orucuna başlarken, Türkiye, Libya, İran, Pakistan, Afganistan, Bangladeş, Fas, Hint Müslümanları Lübnan (Şii kesim) ile aralarında Rusya’nın da bulunduğu diğer bazı ülkelerdeki Müslümanlar hesabı esas alarak Ramazan’ın 21 Ağustos günü başladığını ilan etti. Bunu da bir “özgürlük” meselesi olarak mı görmeliyiz?!?
Milli Gazete – 22 Ağustos 2009