Önemine binaen, “Keramet ve istidrac konularının Ebû Hanîfe döneminde veya daha önce tartışılmış olmasının makul gerekçesi ne olabilir?” diyen okuyucu sorusu üzerinde duracağım bugün
Mu’tezile’nin, Vâsıl b. Atâ’nın, İmam el-Hasenu’l-Basrî’nin meclisinden i’tizal edip kendi halkasını kurmasıyla tarih sahnesine çıktığını düşünmek yanıltıcıdır. Bu olay Mu’tezile’nin müstakil bir fırka olarak varlığını deklare etmesi olarak görülmelidir. Mantıken Vâsıl b. Atâ’nın el-Hasenu’l-Basrî’ye muhalefetini doğuran fikrî/itikadî bir ihtilaf zemininin daha önceden mevcut olması gerekir.
Mu’tezile’nin cedelci karakteri sadece İslam fırkalarıyla değil, gayrimüslimlerle de yaşadıkları münakaşa ve münazaraların etkisinde şekillenmiştir. Kur’an’ın mahluk olduğu görüşünün kabulleniliş süreci bu tesbitin tipik örneğini oluşturur. Hristiyanlar Hz. İsa (a.s) hakkında Kur’an’da geçen “Kelimetun minhu” (Allah’tan bir kelime)[1]3/Âl-i İmrân, 45. ve “Kelimetuhu” (Allah’ın kelimesi)[2]4/en-Nisâ, 171. ifadelerini, Müslümanlar’ı ilzam etmek maksadıyla kullanınca Mu’tezile Kur’an’ın mahluk olduğunu söylemeyi çıkış yolu olarak görmüştü. Zira kelamullah olan Kur’an’ın mahluk olmadığını söyleseler, Hz. İsa (a.s)’ın da “Allah’ın kelimesi” olarak mahluk olmadığını (dolayısıyla –haşa– ilah olduğunu) söylemiş olacaklardı.[3]Bkz. İbnu’l-Murtadâ, Tabakâtu’l-Mu’tezile, 123 vd. (İbn Ebî Duâd ile İmam Ahmed b. Hanbel’in münazarası esnasında.); Resâilu’l-Câhız, III, 347. Problemin çözümünü, “kelimetullah olan İsa (a.s) da, kelamullah olan Kur’an da, mahluktur” demekte buldular. İslam dünyasını çeyrek asır boyunca kasıp kavuran “halku’l-Kur’an” fitnesi böyle bir arka plana dayanmaktadır.[4]Halku’l-Kur’an probleminin ortaya çıkışıyla ilgili başka gerekçeler de ileri sürülmüştür. Ancak bir önceki dipnotta da görüldüğü gibi, bizzat mu’tezilî alimlerin, … Continue reading
Mucize, keramet ve istidrac meselesi bu zeminde ele alındığında şu tesbiti yapmak mümkündür: Ahir zamanda Deccal diye bir varlığın zuhur edeceğini bildiren rivayetleri erken dönem haricîleriyle bir kısım mu’tezilîlerin kabul etmediğini biliyoruz.[5]Bkz. DİA, IX, 71. Bunda söz konusu fırkalar bakımından ilgili rivayetlerin güvenilirliği meselesi kadar, Deccal’den zuhur edeceği bildirilen olağanüstü haller meselesinin de etkili olduğu açıktır. Hatta Kur’an’da geçen Hızır kıssası, Belkıs’ın tahtının getirilmesi, Hz. Meryem’in tek başına kaldığı mihrapta çeşitli yiyeceklerle rızıklandırılması… gibi olaylar, olağanüstü hallerin peygamberler dışındaki salih kimselerden sadır olması meselesinin erken dönemlerde tartışma gündemine gelmesinde garipsenecek bir husus olmadığını göstermektedir. Çünkü Mu’tezile’ye göre olağanüstü haller sadece peygamberlerden sadır olan mucizelerden ibarettir. Bunun dışında olağanüstü hallerin ne mü’minlerden (evliyanın kerameti), ne de kâfirlerden (istidrac) sudurunu kabul etmek mümkündür.[6]Kadı Abdülcebbâr, el-Muğnî, XV, 210 vd
Belki bir diğer gerekçe olarak şu söylenebilir: Hristiyanlar, havarilerden, hatta sadece havarilerden değil, bir kısım aziz ve piskoposlardan da harikulade hallerin zuhur ettiğine inanmaktadır.[7]Bkz. DİA, XXV, 265.Mu’tezile bu inancı tartışırken, aynı şeyin müslümanlar için de söz konusu olması gerektiğini –tutarlı olmak bakımından– savunmak durumunda kalmıştır.
Bütün bunlar göstermektedir ki, mucize, keramet ve istidrac konularının İmam Ebû Hanîfe döneminde veya daha önce tartışma gündemine gelmediğini, kesinliği isbat edilmiş “ilmî bir gerçek” tarzında takdim etmek doğru değildir.
Dolayısıyla İmam Ebû Hanîfe’nin, Ehl-i Sünnet inancını ifade ettiği bir eserde, peygamberlerin gösterdiği mucize ile salih mü’minlerden sadır olan keramet ve kâfirler elinde zuhur eden istidrac arasında farklılık bulunduğunu vurgulamasından daha tabii bir şey olamaz.
Devam edecek.
Milli Gazete – 1 Mart 2008
Kaynakça/Dipnot
↑1 | 3/Âl-i İmrân, 45. |
---|---|
↑2 | 4/en-Nisâ, 171. |
↑3 | Bkz. İbnu’l-Murtadâ, Tabakâtu’l-Mu’tezile, 123 vd. (İbn Ebî Duâd ile İmam Ahmed b. Hanbel’in münazarası esnasında.); Resâilu’l-Câhız, III, 347. |
↑4 | Halku’l-Kur’an probleminin ortaya çıkışıyla ilgili başka gerekçeler de ileri sürülmüştür. Ancak bir önceki dipnotta da görüldüğü gibi, bizzat mu’tezilî alimlerin, bu problemi Hristiyanların iddialarıyla ilişkilendirmiş olduğuna dikkat edilmelidir. |
↑5 | Bkz. DİA, IX, 71. |
↑6 | Kadı Abdülcebbâr, el-Muğnî, XV, 210 vd |
↑7 | Bkz. DİA, XXV, 265. |