Müslümanlar olarak maruz bulunduğumuz maddî/somut sıkıntılar yanında derin fikrî ve itikadî problemlerle de yüz yüze bulunduğumuz bir dönemdeyiz. Evet, kıpırdanmalar var; fakat sağlıklı bir yapılanmadan söz etmek hayli zor.
Ramazan’ın sağladığı ruh ve zihin dinginliği içinde, iki ayeti merkeze alarak yeniden tefekkür etmeyi deneyelim istiyorum.
Üzerinde duracağım ayetlerden birisi bireysel, diğeri toplumsal problemlerimizden çıkış yolunu gösterir muhtevada. İlk ayet şöyle: “Kim Allah’tan ittika ederse, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a tevekkül ederse, O ona yeter.” (65/et-Talâk, 2)
Bireysel sıkıntı ve problemlerin aşılması konusunda bizim için bulunmaz bir rehber olan bu ayeti yakından incelediğimizde karşımıza çıkan hususlar şunlardır: Yüce Allah, kendisinden “ittika” edenlere, içinde bulundukları darlıklardan bir çıkış yolu ihsan edeceğini ve onları, hiç beklemedikleri yerden rızıklandıracağını vadediyor. Burada anahtar kelime “ittika”dır.
Türkçe’ye genellikle “Allah’tan korkmak” olarak tercüme edilen “ittika/takva” kelimesinin, “korkmak”tan daha farklı ve geniş bir anlam sahası vardır. Bu kelime, insanın, kendisini Allah Teala’nın korumasına vererek, ahirette kendisine zarar ve elem verecek şeylerden bu dünyada titiz bir şekilde korunması, günahtan kaçınıp, hasenata devam etmesini anlatır.
Bu şekilde tarif edilen “ittika/takva” kelimesinin anlattığı özelliklere sahip olabilen kimseler de üç farklı dereceye ayrılırlar:
A- Ebedî azaptan korunmak için şirk ve küfürden uzak durarak iman edilmesi gereken hususlara iman etmek.
B- Büyük günahlardan kaçınmak, küçük günahlarda ısrarlı olmamak ve farz olan emirleri yerine getirmek.
C- Kalbi Allah Teâlâ’dan ve O’nun zikrinden alıkoyacak her şeyi (masivayı) terk ederek, bütün varlığı ile O’na yönelmektir ki, hakiki takva işte budur. Takvanın bu derecesi, peygamberlerin takvasının ulaştığı seviyedir.
Sahabe’den Ebû Zerr (r.a)’in naklettiğine göre Resul-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz, “Kim Allah’tan ittika ederse, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder ve ona beklemediği yerden rızık verir” ayetini tekrar tekrar okuyarak şöyle buyurmuştur: “Eğer insanlar bunu tutsaydı, kendilerine yeterdi.” (el-Kurtubî, el-Câmi’ li Ahkâmi’l-Kur’ân, XVIII, 106.)
İkinci ayet, Elmalılı merhumun, “Sizden iman edip salih ameller işleyenlere Allah şöyle vadetti: Yemin olsun ki, onlardan öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi, kendilerini de yeryüzüne mutlaka sahip ve hâkim kılacak ve behemehâl onlara, kendileri için razı olduğu dinlerini kuvvetle icra kudreti verecek ve onları muhakkak korkularının arkasından güvenliğe kavuşturacak…” tarzında meallendirdiği 24/en-Nûr, 55. ayeti.
Burada “iman” ve “salih amel” şeklinde iki kavramla ifade buyurulan hususlar, hepimizin günlük konuşmalarda sık sık dile getirdiği veya kitaplarda okuyup geçtiği şekliyle basit ve sıradan şeyler değildir. Karşılığı ahirette kurtuluş ve dünyada hâkimiyet ve dinin icrası olan şeyin elbette zannedildiğinden çok daha önemli olması gerekir.
Şüphesiz burada merkezî kavram “sahih iman”dır ve onunla “salih amel” arasında kopmaz bir ilişki vardır. Salih amel ancak sahih imandan neş’et eder; sahih iman da ancak salih amel ile muhafaza edilir.
Bu bakımdan –detaylarına burada giremeyeceğimiz kadar– geniş açılımlara sahip olan “sahih iman” ve “salih amel” olmadan Müslümanların Kur’an ve Sünnet’e liyakat kesb etmesini ve tarihteki izzetli günlerine dönmesini beklemek beyhudedir.
Bahse konu iki ayetle yakın ilişki içinde bulunan diğer ayet-i kerimeler, Efendimiz (s.a.v)’in beyanları ve ulemanın tesbitleri için mutlaka tefsir kitaplarına başvurulmalıdır.
Milli Gazete – 21 Ağustos 2010