Ülkemizde Dinler Tarihi, özellikle de Hristiyanlık Tarihi konusunda kaleme alınmış ya da tercüme edilmiş eserlerin büyük çoğunluğunda Hz. İsa (a.s) konusunda eni-konu bir “dil” sıkıntısı yaşandığı göze çarpıyor. “Yabancı dil”den bahsetmiyorum; konuyla ilgili son dönem çalışmaları büyük ölçüde bu sorunu aşmış görünüyor. Kasdettiğim, “ifade” arızası.
Elbette “zarf”taki bu arıza, “mazruf”ta da doğru olmayan bir şeyler bulunduğunun göstergesi. “Mazruf”taki problem de büyük ihtimalle yabancı dillerdeki Hz. İsa çalışmalarından kaynaklanıyor.
Bu arızalardan birisi, Hz. İsa (‘a.s)’ın bir “Yahudi” olarak dünyaya geldiğinin veya “Hristiyanlığın kurucusu” olduğunun söylenmesi. Yahudiliğin ve Hristiyanlığın, Hz. Musa ve Hz. İsa‘nın (ikisine de selam olsun) tebliğ ettiği dinlerin beşer müdahalesine maruz kalmış hali olduğu malum bulunduğun göre, o peygamberlerin tahriften de, tahrif edenlerden de, tahrif sonucu ortaya çıkan yapılardan da beri olduğu açıktır. Özellikle Kur’an’ın Yehud ve Nasara kelimelerini “Hak Din” anlamında kesinlikle kullanmadığına, hatta aksi doğrultuda pek çok ayet bulunduğuna dikkat edilecek olursa yukarıdaki gibi bir kullanımın bir Müslüman açısından hiç de uygun olmadığı daha iyi anlaşılacaktır…
Başka bir arıza Hz. İsa (a.s)’a ilk inananların nasıl kategorize edileceği noktasında kendini gösteriyor. Bir kısım yazarlar onlara “Yahudi Hristiyanlar” derken, bir kısmı “İlk Hristiyanlar” demeyi tercih ediyor. Oysa onlar bir peygamber tebliğinin ilk ve en saf izleyicileri olarak şüphesiz ki “muvahhid” idiler. “Tarih boyunca peygamberlerin tebliğ ettiği dinlerin tamamına “İslam” denip denemeyeceği tartışmasında olumsuz görüş belirtenlerin dayanakları göz önüne alındığında Hz. İsa (a.s)’ın ilk takipçilerine “Müslüman” demek isabetli olmaz” düşüncesine katılmak bir yere kadar mümkün; ancak böyle bir hassasiyetin, onlar hakkında hiç olmazsa “Muvahhid İsevîler” gibi bir kavramlaştırmaya müncer olması gerekmez mi?..
Bir diğer arıza Hz. İsa (a.s)’ın akıbeti konusundaki anlatımlarda kendisini gösteriyor. Özellikle bir kısım akademisyenlerin çalışmalarında Hz. İsa (a.s)’ın “nezd-i ilahî”ye kaldırılması hadisesinin, normal bir ölümle öldükten sonra ruhunun veya kadrinin yüceltilmesi tarzında anlaşılıp ifade edildiği dikkat çekiyor. Oysa ilgili ayetlerin vurgusu böyle bir yorumun ne kadar tutarsız ve tartışmalı olduğunu yeterince açık biçimde gösteriyor.
Buna ilaveten ilgili hadisler de her ne kadar konu hakkında hiçbir kapalı nokta bırakmıyor ise de, Müslümanlar‘ın tarih içinde, itikat ilkesi ithal edecek kadar Yahudi ve Hristiyanlardan etkilenebileceklerine olan inanç, bu rivayetlerin (Hristiyanlık‘tan geçmiş olabileceği gerekçesiyle) “ilmî değer”ini bir anda sıfırlıyor!.. Hadisleri bu şekilde devre harici tuttuktan sonra Kur’an’ı şu veya bu şekilde yoruma tabi tutmanın ne kadar mümkün ve kolay olduğunu, son yıllarda yaşadığımız dinî gündemli tartışmalar net olarak ortaya koydu…
Oysa ironiye bakın ki, Hz. İsa (a.s)’ın öldüğünü söyleyenler hem Hristiyanlar‘la, hem de Yahudiler‘le aynı çizgiye düşmüş oluyor! Zira arkasında ve önünde farklı kabuller bulunsa da her iki taife de bir noktada Hz. İsa (a.s)’ın öldüğünü söylemiş olmaktadır…
Milli Gazete – 1 Ağustos 2005