Soru
“”Hikmetli söz mü’minin yitiğidir. Onu nerede bulursa, onu hemen almaya ehaktır.” hadis-i şerifinin sıhhatı konusunda tereddütler var mıdır? Hikmetli sözün müminin değil kafirin yitiği olduğu iddia edilmişti; sizinde bu hadis-i şerif hakkındaki düşünceniz aynı mıdır? Bu hadisi Peygamber (sav) sözü olarak kabul edip tatbikinde bir mahsur var mıdır? Çünkü iddiada bu hadisi şerifin batı bilim ve teknolojisini almakta mütereddit davranan müslüman halkın direniş noktalarını zaafa uğratmak amaçlı imal edildiği söylenmektedir.”
Cevap
Bu hadis muhtelif lafızlarla et-Tirmizî, İbn Mâce, el-Askerî ve el-Kudâ’î tarafından Ebû Hureyre (r.a)’dan, yine el-Askerî tarafından, Hz. Enes (r.a)’dan ve ed-Deylemî tarafından Hz. Ali (r.a)’dan ve el-Kudâ’î tarafından Zeyd b. Elsem (r.a)’dan rivayet edilmiştir. Sahabe’den ve daha sonraki kuşaklardan birçok kimsenin kendi sözü veya “söylendiğine göre…” tarzındaki ifadeleriyle (sözün sahibi belirtilmeksizin) nakledildiği de olmuştur.
et-Tirmizî, Ebû Hureyre (r.a) rivayetini zikrettikten sonra, senedinde bulunan İbrahim b. el-Fadl el-Mahzûmî isimli ravinin taz’if edilmiş (zayıf bulunmuş) bir ravi olduğunu söylemiştir.
Ne var ki, bu babdaki değişik sened ve metinlere bir sayfadan fazla yer veren es-Sehâvî (el-Makâsıdu’l-Hasene, 191-2), et-Tirmnizî’nin yukarıdaki sözü ve bir başka tarik hakkındaki taz’ifi dışında leh veya aleyhinde herhangi bir şey söylememektedir. Onun bu tavrı, değişik lafızlarla ve birçok senedle nakledildiği için bu rivayetin merdud (reddedilmeyi hak etmiş) zayıflıkta olmadığını anlatıyor gibidir.
Nitekim Ali el-Karî de Mirkat’da (I, 476) bu rivayete ve et-Tirmizî’nin mezkûr taz’ifine yer verdikten sonra şöyle der: “İbn Asâkir de bunu Hz. Ali (r.a)’ın sözü olarak rivayet etmiştir. Hz. Ali (r.a), onu bu hadisten alarak kendi sözü tarzında (mevkuf olarak) söylemiş gibidir. Ne söylendiğine bak; kimin söylediğine bakma!”
Sonuç olarak bu rivayetin, birbirini anlam olarak destekleyen birçok metin ve senedle geldiğini, bunların teşkil ettiği mecmuadan belli bir kuvvet hasıl olacağını söylemek inşaallah yanlış olmaz. Eğer bu hüküm doğru ise, bu rivayet zayıflık mertebesinden “hasen li gayrihi” mertebesine yükselir. Gerek es-Sehâvî ve Ali el-Karî’nin tutumu, gerekse dilden dile dolaşan (mevzu-i bahsimizi teşkil eden rivayet gibi) rivayetlerin durumu hakkında eser veren İbn Tûlûn, el-Aclûnî gibi ulemanın sadece es-Sehâvî’nin söylediklerini kelimesi kelimesine aktarmakla yetinip başka bir şey söylememesi, bu rivayetin, büsbütün terk edilmesi gereken bir rivayet olmadığını göstermektedir. Ancak kendisiyle amel ederken bunun Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından söylendiği kesin olan bir söz olarak değerlendirilmesi doğru değildir.
“Hikmeti mü’min değil kâfir kaybeder” gibi bir mantıkla bu rivayeti ele almak doğru değildir. Zira rivayet, “Mü’min hikmetin değerini bilememiş de kaybetmiş” demiyor; “Hikmet mü’minin öz malıdır; kimde ve nerede olursa olsun almaya ve gereğince amel etmeye başkalarından daha fazla hakkı vardır” diyor.
Esasen anlam olarak üzerinde iyi düşünüldüğünde Ali el-Karî’nin de vurguladığı gibi bu rivayetin bizatihi hikmetle meşbu olduğunu görürüz. Şu kadar ki, neyin “hikmet” olduğunu ehlinin tesbit etmesi gerekir. Bu meselenin Batı bilim ve teknolojisiyle bir ilgisi yoktur. Böyle bir şey tarihsel olarak mümkün değildir. Esasen Batı bilim ve teknolojisinin “hikmet” olarak tavsif edilmesi başlı başına bir problemdir.
Milli Gazete – 3 Aralık 2006