Akide’nin kuru ve fonksiyonsuz bir “kabul ve redler manzumesi” değil, tam anlamıyla bir “Din telakkisi” olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Yani kişinin itikadî kabul ve redleri, onun Din’den ne anladığını ya da Din’i nasıl tarif ettiğini de ele verir.
Dolayısıyla akidevî çizgi olarak mesela Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in tavır ve tarzını benimsediğini söyleyen bir kimsenin Din anlayışı ile çağdaş bir bid’at mezhep olan Modernizm’i benimseyen kimsenin Din anlayışı ve bu iki anlayışın dinî pratiklere yansıma biçimleri arasında farklılıklar olması tabiidir.
Bu noktanın detaylarını, hazırlıklarını sürdürmekte olduğum çalışmaya bırakarak bu yazıda Ehl-i Sünnet çizgiyi benimseyenler arasında gündemde olan bir “problem”e değineceğim. Sıklıkla karşılaştığımız bu “problem” şöyle ifade ediliyor: Hepsinin de Ehl-i Sünnet’e mensup olduğunu bildiğimiz, ya da kendilerini öyle ifade eden kimi grup veya alimler arasında önemli ihtilaflar mevcut. Söz gelimi İbn Teymiyye ve öğrencisi İbnu’l-Kayyım, eserlerinde Ehl-i Sünnet çizgiyi vurguladıkları halde, Mâturîdî ve Eş’arî çizgiyi benimseyenler tarafından Müşebbihe/Mücessime’nin görüşlerini savunmakla itham edilirken, bu iki alim de yine Ehl-i Sünnet olduğunu söyleyen Tasavvuf ehlini birçok noktada eleştirmektedir. Bunlardan hangisi “gerçek” Ehl-i Sünnet’tir?
Bu önemli sorunun tatminkâr bir şekilde cevaplandırılabilmesi için öncelikle kişinin, neye inandığı zaman Ehl-i Sünnet çerçeve içine gireceği meselesinin açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Ancak hem Ehl-i Sünnet çizginin temel akidevî kabullerini Akaid kitaplarından mütalaa etmek son derece kolay olduğundan, hem de bu yazının sınırlarını zorlamış olmamak için burada sadece ihtilaf alanı oluşturan hususlar üzerinde kısaca duracağım.
Öncelikle “Ehl-i Sünnet” kavramının bütünüyle yeknesak bir yapıyı anlatmaktan ziyade, temel meselelerde konsensüs halinde olan birkaç grubu/ekolü anlattığının altını kalın bir çizgiyle çizelim. İbnu’s-Sübkî’nin, Şerhu Akîdeti İbni’l-Hâcib‘de belirttiği gibi Ehl-i Sünnet, şu üç grubu çerçeveler: 1) Mâturîdîler ve Eş’arîler, 2) Ehl-i Hadis, 3) Sufiyye. Bu üç grup Ehl-i Sünnet itikadının temel umdelerinde ittifak halindedir.
Bu gruplardan ilkini oluşturan Mâturîdî ve Eş’arîler, Ehl-i Sünnet’in sem’iyyata dayalı itikadî ilkelerinin akıl ve nazar yoluyla isbatı yöntemiyle diğerlerinden ayrılır. Ehl-i Hadis, itikadî ilkelerin Kitap, Sünnet ve İcma yoluyla isbatı yolunu benimsemiştir. Sufiyye ise mezkûr ilkelerin tesbitinde ilk adımda önceki iki zümrenin tarzını benimserken, daha ileri merhalelerde mezkûr ilkeleri keşif ve ilham yoluyla tesbit eder. Bir diğer söyleyişle, her üç grup da itikadı temelde sem’iyyatın belirlediği alan içinde kabul etmiştir. Farklılık, bu alanın ihtiva ettiği hususların isbat ve delillendirilmesinde kullanılan ilkelerdedir.
Kaynaklarda, Ehl-i Sünnet-i Hâssa (Selef) ve Ehl-i Sünnet-i Âmme (Halef) tarzında ifade edilen tasnif de aslında yukarıdaki üçlü tasnif içinde mündemiçtir. Mezkûr üçlü tasnif aslında Selef-Halef ayrımına ki bunun sadece “kronolojik” bir tasnif olmadığı açıktır müncer olan tavır farklılığını da içkindir.
(Devam edecek)
Milli Gazete – 7 Eylül 2012