Bediüzzaman merhumun fikirlerinin ve duruşunun, onun çizgisini devam ettirdiğini söyleyenler tarafından tartışmasız biçimde tesbit ve hayata intikal edildiğini söyleyebilir miyiz?
Ben bu sorunun cevabının “hayır” olduğunu düşünenlerdenim. Aralarında derin görüş ayrılıkları bulunan ve hepsi de kendisini Bediüzzaman merhuma nisbet eden birçok grubun mevcudiyeti yukarıdaki sorunun cevabının olumlu verilmesini engelleyen en önemli olgu.
Bugünlerde Nurcu kesimin hangi partiyi desteklemesi gerektiği, daha doğrusu Nurculuğun hangi partinin desteklenmesini gerektirdiği meselesinde –benim internet medyası vasıtasıyla muttali olduğum– bir tartışma yaşanıyor. Mehmet Kutlular, hayattayken Bediüzzaman merhumun Demokrat Parti’nin desteklenmesinden yana tavır koyduğu tesbitinden hareketle Mehmet Ağar’ın çiçeği burnunda DP’sinin desteklenmesi gerektiğini söylüyormuş. Buna karşılık başka bir grup Nur talebesi, Bediüzzaman merhumun “özgürlükçü” yanına vurgu yaparak bu tavrın bugün AKP’nin desteklenmesini gerekli kıldığını söylüyor ve Kutlular’ın tavrını eleştiriyormuş.
Konuyla ilgili haberi okuduğumda aklıma gelen ilk şey, nassları “Zahirci” ve “Maslahatçı” şeklinde iki ayrı tavırla okuyanların teşkil ettiği ayrılık geldi. “Hermenötik okuma”nın karşı konulmaz gücü!!
Nassların bu tarz “farklı” okumalara tabi tutulmasına çok örnek görmüştük de, vefatının üzerinden henüz yarım asır geçmiş, üstelik eserleri elimizde ve birinci kuşak talebesi hayatta bulunan Bediüzzaman merhumun böyle temelli bir “okuma ihtilafına” maruz bırakılmış olması gerçekten hüzün verici…
O Bediüzzaman ki, İslam birliğini hayatın gayesi edinmiş bir şuur haliyle “Otuz milyon Osmanlı, 300 milyon alem-i İslam” tesbitini diline pelesenk etmiş, hiçbir gelecek projeksiyonunda Osmanlı’yı ittihad-ı İslam’dan mücerret düşünmemiş…
Şimdi, “Bugün yaşasaydı kimi desteklerdi” sorusuna farklı cevaplar verenler, Bediüzzaman’ın, DP’nin desteklenmesinden yana tavır koyduğu dönemde “İslam birliği”ni dillendiren bir yapının mevcut olmadığını, oysa bugünün siyasî yelpazesinin çok daha farklı olduğunu nasıl oluyor da “es” geçiyor?
O ki, “Azametli, bahtsız bir kıt’anın; şanlı, talihsiz bir devletin; değerli, sahipsiz bir kavmin reçetesi, ittihad-ı İslâmdır” demiş, “Halep’te İhvan-ı Müslimîn âzâsının bana yazdığı tebriğe mukabil onu ve İhvan-ı Müslimîni ruh u canımızla tebrik edip “Binler bârekâllah” deriz ki, ittihad-ı İslâm’ın Anadolu’da Nurcular -ki eski İttihad-ı Muhammedînin halefleri hükmünde- ve Arabistan’da İhvan-ı Müslimîn ile beraber hakikî kardeş olan Hizbü’l-Kur’ânî ve İttihad-ı İslâm cemiyet-i kudsiyesi dairesinde çok saflardan iki mütevafık ve müterafık saf teşkil etmeleriyle ve Risale-i Nur ile ciddî alâkadar ve bir kısmını Arabîye tercüme edip neşretmek niyetleri, bizleri pek ziyade memnun ve minnettar eyledi. Benim bedelime, İhvan-ı Müslimîn Cemiyeti namına bana tebrik yazana cevap verirsiniz” ve buraya alınamayacak kemiyette pek çok ifadesinin gösterdiği gibi ittihad-ı İslam yolunda İslam aleminde faaliyet gösteren hareketlerle yakından ilgilenmiş.
Geldiğimiz noktada, “Şimdi milletin arzusuyla şeâir-i İslâmiyenin serbestiyetine vesile olan Demokratlar, hem mevkilerini muhafaza, hem vatan ve milletini memnun etmek çâre-i yegânesi, ittihad-ı İslâm cereyanını kendine nokta-i istinad yapmaktır” diyenler şimdi nerede?
Neredeeeen nereye!!!
Milli Gazete – 22 Temmuz 2007