Geçen hafta muhterem Kadir Mısıroğlu ağabeyle bir mülakat yaptık Rıhle olarak. Rıhle’deki ilk yazısını son sayıda okumuştunuz. Bundan böyle inşaallah Rıhle’nin “Tezakir” bölümünü onun kaleminden okuyacağız hep birlikte.
80’ine merdiven dayadığını söyleyen, ama maşaallah gerek fizik, gerekse performans olarak hiç de öyle göstermeyen Mısıroğlu üstadımızla yaptığımız ufuk turunda Osmanlı’nın son dönemleriyle Cumhuriyet’in ilk yıllarına yoğunlaşma imkânımız oldu. O mülakatı da inşaallah Rıhle’nin önümüzdeki sayısında okuyacaksınız.
Yoğun çalışmaları arasında mülakat talebimize yer açtığı için bir kere de buradan kendisine şükranlarımı sunuyorum.
Osmanlı’nın son, Cumhuriyet’in ilk dönemleri büyük ölçüde fluluğunu muhafaza ediyor. Olaylar, kişiler, eserler, fikir akımları, entrikalar, etkiler, tepkiler… O döneme ilişkin olarak her şeyin söylenmediği herkesin malumu. Kaba hatlarıyla bize sunulanlar –az sayıdaki istisnalar dışında– manipülatif şeyler.
Bir “geçiş dönemi” olması hasebiyle ayrı bir önemi haiz bulunan o vetire, aynı zamanda ehlinin malumu olan esrar perdesinin ardına geçebilenleri de ayrıcalıklı kılıyor. “Yakın tarih” diye de ifade edilen bu döneme ilişkin ne yazılsa dikkatimizi çekiyor ve gerçek anlamda araştırma mahsulü objektif çalışmalar sayesinde her geçen gün zihnimiz biraz daha berraklaşıyor.
Özellikle son birkaç yıl içinde sanki farklı bir enerjiyle çalışıyor üstad Mısıroğlu. Adeta yurt dışında geçirdiği ve ondan istifadeye muhtaç nesiller bakımından hiç şüphesiz “kayıp yıllar” olarak kayda geçecek olan uzun senelerin eksiğini telafi edercesine. Kıskanmıyorum desem yalan olur hani!
Sadece mevcudu kalmamış eserlerini, hacimlerini birkaç kat arttırarak yeniden neşretmekle kalmıyor, yeni eserlere de imza atıyor. Üç ciltlik Mazlum Padişah serisi, iki ciltlik Muhtasar İslam Tarihi, İslam Dünya Görüşü, üç ciltlik hatıralar serisi ve daha neler neler… (Kendisinden mufassal bir Osmanlı Tarihi beklediğimizi de burada bir not olarak kaydedeyim.) Şimdilerde –kısa bir süre önce ilk cildi neşredilen– “Tahrif Hareketleri”nin ikinci cildi üzerinde çalışıyor.
Türkiye’nin modernleşme macerasında ve bilhassa “modernist İslam algısı” söz konusu olduğunda yukarıda işaret ettiğim döneme ilişkin bilgilerimizin nisbeten zayıf kaldığını söylemek gerçeğin ifadesi olacak. Modern İslam düşüncesi bu topraklarda, son yıllarda arz-ı endam eden bir kısım ilahiyatçıların çalışmalarına inhisar etmediğine göre, bu sürecin geriye doğru izini sürmek kaçınılmaz bir gereklilik oluyor.
Tahrif Hareketleri’nin önemi tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Osmanlı’nın son ve Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde İslam’ın modernleştirilmesi faaliyetleri bağlamında öne çıkan isimler ve bunların çalışmaları Tahrif Hareketleri’nin ana konusu.
İlk ciltte Sahabe döneminin sonlarına doğru ortaya çıkan İbn Sebe hareketi ve izleyen dönemlerdeki fırkalaşma sürecinden itibaren tahrifin izi sürülüyor. Belli bir kronojoli içinde dikkat çekilen Batınîlik, Karmatîlik, daha yakın dönemlerde Kadıyanîlik, Babîlik ve Bahaîlik gibi oluşumlar kısaca ve fakat büyük bir vukufiyetle takdim ediliyor.
Okuyucu, bütün bunları “kendine özgü üslup”tan izlerken, sadece tarihî malumat edinmiyor, aynı zamanda “müslüman hassasiyeti”ni ve “müstakim duruşu” da görüyor. Üstad’ın çalışmalarının karakteristik vasfı nedir diye sorulacak olursa zannediyorum bu üç hususiyete dikkat çekilebilir.
Tahrif Hareketleri’nin ikinci cildinde süreç günümüze doğru gelecek. Heyecanla bekliyoruz.
Tarihin, özellikle de yakın tarihin canlı tanığı o. Yeni nesillerin sadece eserlerinden ya da haklarında yazılanlardan tanıyıp bildiği pek çok isim onun hafızasında birebir ilişkilerle tanınan ve bugüne “olduğu gibi” aktarılan “yakından tanıdıklar” haline geliveriyor. En önemlisi de onda, üzerinde konuştuğu her fikri ve her ismi “adalet terazisi”nin ölçüleriyle buluyor oluşumuz.
Ona Yüce Allah’tan, sağlıklı ve uzun bir ömür diliyorum. Çok yaşasın ki kendisinden daha fazla istifade edebilelim.
Milli Gazete – 2 Mayıs 2011