Bir önceki (Cumartesi günkü) yazıda en azından “Din’in tebliği” bağlamında varit olmuş Nebevî söz ve davranışların vahye dayanmasının zorunlu olduğunu kısaca ortaya koymaya çalışmıştım. Terminolojide “kavlî hadis” ve “fiilî hadis” denen bu söz ve davranışların Din’in kaynağı ve ayrılmaz bir parçası olduğu bedihîdir. (Efendimiz (s.a.v)’in takrirleri, yani huzurunda yapıldığı veya yapıldığından haberdar olduğu halde fiilen ve sessiz kalmak suretiyle onayladığı hususlar da “fiilî hadisler kapsamında değerlendirildiğinden, burada onları ayrı bir kategori olarak zikretmedim.) Dolayısıyla Din’i onlardan soyutlamaya çalışmakla “Peygambersiz din” tasarlamak arasında herhangi bir fark yoktur.
Burada şöyle bir problem ortaya çıkmaktadır:
Madem ki hadis-i şerifler anlam olarak vahye dayanmaktadır; öyleyse bunlarda “hadis-i kudsî” denen hadis türü arasında bir fark yok demektir. Oysa kaynaklarda hads-i kudsî, “Anlamı Allah Teala’ya, lafızları Hz. Peygamber (s.a.v)’e ait olan hadis” diye tanımlanmaktadır.
Bir Hadis profesörü, bir kısım hadis-i kudsîlerle Ehl-i Kitab’ın kitapları arasında benzerlik bulunduğunu söyleyerek, hadis-i kudsî dilye anılan rivayetlerin aslında Ehl-i Kitkap’tan alınmış şeyler olabilceğini ileri sürmüştü.
Merhum allame Abdülfettâh Ebû Gudde’nin öğrencisi Muhammed Avvâme hocanın bu hususta güzel bir tahkiki bulunduğunu ve kısmet olursa onu ayrı bir yazı konusu olarak işleyeceğimi belirterek konumuza dönecek olursak; hadis-i şerif ile hadis-i kudsî arasında ilk bakışka kafa karıştırıcı gibi görünen bu mahiyet benzeşmesi, iki kategorni arasındaki şu farkı göz ardı etmenin sonucudur:
Hadis-i şerifler, yazının başında da ifade edildiği gibi “kavlî”, “filî” vev “takrirî” olmak üzere üç gruptan oluşur. Hadis-i kudsî ise sadece “kavlî” hadisler ile bir ölçüde benzeştirilebilir. Yani hadis-i kudsîler arasında “fiilî” ve “takrirî” kategorisi mevcut değildir.
İkinci olarak hadis-i şeriflerin tamamının anlam olarak doğrudan Allah Teala’dan olduğunu söylemek isabetli değildir. Onlardan belli bir kısmı, vahiy tarafından, “sessiz kalınmak” suretiyle onaylanmış rivayetlerdir. Bir başka deyişle, –hangi kategoride olursa olsun– bir kısım hadis-i şeriflerin vahye dayanması, vahiy tarafından herhangi bir düzeltme/tağyire maruz kalmamaları dolayısıyla onaylanmış olmaları suretiyledir.
Nihayet hadis-i şerifler arasında “ilham” edilmiş olanlar vardır. Efendimiz (s.a.v)’in “Cibril-i Emin ruhuma şöyle ilka etti…” diye başlayan hadislerinin bu kategoride olduğunu söyleyebiliriz.
Son olarak da hadis-i kdsîler, Efendmiz (s.a.v)’in doğrudan Allah Teala’ya izafe ettiği, “Allah Teala buyurmuştur ki…” gibi bir ifadeyle başlar. Hadis-i şeriflerde ise böyle bir hususiyet yoktur.
Sonuçta “hadis-i kudsî”–”hadis-i nebevî” ayrımı teknik düzeyde bir ayrımdır ve Sünnet’in vahiy kaynaklı olduğu gerçeğini zedelemek için herhangi bir şekilde istismar edilmeye müsait bir zemin teşkil etmez.
Milli Gazete – 21 Nisan 2008